25 Kasım 2010 Perşembe

Ob-La-Di, Ob-La-Da

hohohihihohoho mutluluktan çalışamıyorum resmen :)
Ortada fol var da yumurta yok daha, olursa valla söyleyeceğim, söz :)

3 Kasım 2010 Çarşamba

ayrıca

kafamda 3555 şey var, her sabah yürürken ( süper sağlıklı yaşarım ben, okula yürüyerek gelip giderim) kafamda 'blog' yazıyorum ama büyük kısmı insanlara sövmek üzerine olduğundan ve ben tembel biri olduğumdan (beynimdekileri o anda yazıya dökecek portable bir sistem olmadıkça) onlar yazılmıyor tabii.
Bir de bugün süper dalgınlıktan (yoğunluktan olsa gerek, bkz. bir önceki post) cüzdanımı evde unutmuşum. Bakalım öğle yemeğinde ne yiyeceğiz ?

bir koltukta 8888 karpuz

Şimdi ben bir research paper yazmaya çalışıyorum, tezimi hala bu dönem bitirme umudum var, onunla uğraşıyorum, hocamdan daha fazla ayar yemeden caanım projeyle ilgilenmeye çalışıyorum,aynı zamanda cv'mi güncellemeye ve phd araştırmaya çalışıyorum, bir hoca var ve aklımda bir research suggestion var kendisine cv ile birlikte yollamayı planladığım, onun için araştırma yapıp paper okuyorum.
Bir de tabii kediler kediler var. Bir kaç hafta önce daire kapıma gelip kendini eve aldıran numro #3 (nam-ı diğer boyoz) hasta olmuş, dün veterinere gittik. Neyse ki veteriner iki apartman yanda, gidip gelmek kolay.
Bu arada numro#3 bizimle kaldı gibi amaa, ev bulabilirsek ne ala.  Yok mudur kedi isteyen?

28 Eylül 2010 Salı

istanbula mektuplar-yeniden

hava böyle olmasın yağmur yağsın ve hapa bulutlu olsun ve tükürür gibi yağsın yine ve işim olması hiç bir işim ve evde oturayım oğuz atay okuyayım ve tutunamayanlar okuyayım ve huxley okuyayım soma tatili isteyeyim kimse rahatsız etmesin kimse aramasın sormasın kimse ellemesin (istedim.)

3 Eylül 2010 Cuma

the hardest part was letting go not taking part, you really broke my heart

Tezim için "decision trees" öğreniyorum. Kendimi özletmeden bilgisayar bilimlerine dönüş. Random forest kullanmayı planladığım bu çalışmada, kodu implement etmek düşündüğümden daha uzun sürebilir. Tezi yazmaya başlamam gerek. Almanca kursuna başlamayı planlamaktayım.Önümüzde zorlu bir beş ay beni beklemekte. 5 ay dediğin nedir ki? Geçer. Sadece labda yaşayarak bile geçer. Hadi bakalım.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

sing for absolution

tezle ilgili yeni bir algoritma denedim, (daha) başarılı oldu. Şimdi bu algortimanın inceliklerini öğrenmeli, dökümantasyon yapmalı, tüm parametreler için uygulamalıyım falan da filan. Üff...

29 Ağustos 2010 Pazar

hadi hep birlikte saçmasapan insanları hayattan ban etmece oynayalım

o değil de lie to me güzel dizi

ne de güzel çalıyor radyo eksen

sıcak ama bol rüzgarlı bir pazar bugün (şimdi yapma ya bilmiyorduk gibi nidalar yükselebilir tabii, yazarın makbulü az ama öz yazandır, ama yazar olduğumu kim söyledi ki?). Ben de balkona konuşlanmış bulunmaktayım. Kahvem, laptopum, laptop masam, kçıma batmasın diye minderlerle bezediğim sandalyem, ayağımınaltına koyduğum tabure üstü minderim, kulağımda kulaklık, karşımda ikinci köprü... Oh mis, değmeyin keyfime. "Dream on-Aerosmith" dinlemekteydim Eksen'den. Bu kadar keyif neyime, tezle uğraşmam gerekiyor, orası ayrı. Yalvar yakar verilerin bir kısmını daha elde ettim, bakalım işime yarayacak mı? Ayrılmaz parçam olan kolumdaki egema kardeş azıttı yine. Elbet bir gün o da pes edecek.
Dün E. ile ona Kadıköy'de ev aradık biraz. İş buldu kendisi, bayramdan sonra başlamayı planlıyor. Aynı dönemde aynı bölümü bilitrdiğimizden, ben de akademik hayat diye dellenmeseydim alabileceğim maaşları öğreniyorum arada:) Pişmanlık değil de parasızlığın can sıkıcı yüzü diyelim.Misal, eylül ayının sonunu finansal açıdan batmadan getirebilir miyim? Hadi bakalım yeni bir "challenge" beni bekliyor :)
Neyse, Kadıköy güzel yer, bir de Maslak'a çok uzak olmasa. Oturduğum semti sevmesem de okula yakınılığını ve şu ferah balkonumu seviyorum. İdare edivereyim işte, bir yıldan daha kısa bir süre içinde gitmek üzerine büyük umutlarım var.

Procrastination: dizi mi izlemeli tezle mi uğraşmalı? Arayol: Bu bilgisayara weka kurulur (laptopta hiç "çalış"madığım için bir bilgisayar mühendisine ait olduğuna inanmak imkansız, programlamaya v.b dair hiç bir şey kurulu değil. Şimdi matlab falan kurmakla uğraşamayacağımdan weka kurulur). Sonra, data düzenlenir ve çalıştırılır. Sonuçlar umut vericiyse abstract yazılır, hocaya mail atılır. Matlab ya da Visual C++ 6.0 kurulur, kod yazılır. paper'ın methods kısmı yazılır. Kod hocaya gösterilebilecek hale getirilir. bilmemkaç yaşında bilgisayar özürlüsü bir doktorun da anlayabileceği hale getirilmeye çalışılır.Tüm bunlar 2 gün içinde yapılırken dellenmemek için arada sık sık dizi izlenir. Hadi bakalım.
Şu anda Kings of Leon-Sex on Fire çalmakta. Yıl yıl radyo eksen seçkileri hazırlayabilecek kıvamdayım sanırım :) Yıl yıl olmasa da kendi açımdan ev ev sınıflayabilirim eksenin dönemsel hitlerini.

26 Ağustos 2010 Perşembe

çok mutlu olunca araştırma maraştırma yapamayan, kod falan yazamayan insan

evet benim :)
Kolay mutlu olup zor tatmin olurum. Yeni bir yöntem denemek gerek tez için ,bir an önce deneyip danışmana götürmek, abstract submission için kendisini ikna etmek gerek :)

Labdaki İranlı arkadaşımız A., dün bana epey yardım etti hangi algoritmalarla uğraşmam gerektiği konusunda. Şimdi ADD mizi bir kenara bırakıp dün başladığımız makaleyi bitirmeli ve söylediği yöntemleri içeren kitaplık var mı C++ için/ ya da toolbox var mı matlab için araştırmalıyız. Hadi bakalım :)

and the time that i will suffer less, its when i never have to wait*

Salı günü benim doğumgünümdü, eşşek kadar olduk artık, 26. AB içinde interrail yaparken "yetişkin" bileti almak zorunda alınacak yaşa geldim (tek derdim bu olsun, di mi) Sanki phd. falan yapan öğrencilerine çok para veren bir ülkeymişiz ve sanki süper demiryolu ulaşımımız varmış gibi TCDD de aynı uygulamaya geçti, buradan esefle kınıyorum kendilerini.
Ben salı günü ne yaptım? Bütün günümü labda geçirip akşam da eve gittim, giderken d.i.a.'dan dondurulmuş pizza, kola ve algidadondurmapastası aldım. Ve eve gidip dizi izledim, tek başıma. Çok pathetic, değil mi? 26 yaşında yalnız ve genç kadın, tek başına geçirdiği doğumgününde romantik komedi izler klişesi gibi böyle? Peki ben ne izledim, battlestar galactica :) Haha, bozdum bozdum :)
Sonunda gitmek istediğim konferans için mail attım, olmayan paramın bir kısmını da oraya kayıt olmak için harcayacağım.  Pasaport çıkartmak için babamdan para istedim, yeterince utanç vericiydi. Neydi, "okuduğun paper'ın arkadasında bu ayın sonunu nasıl getireceğini hesaplıyorsan bilim yapamazsın". Valla öyle.
Bu postu yazarken mailime cevap geldi, mutluluk verici haberler var :) Twist and shout'a döndü birden arkaplan şarkısı :D
Ben aslında başka bir şey anlatacaktım. Dün Cevahir'de B. ile buluşacaktık, ben biraz erken o biraz geç gelince ben beklemiş oldum. Kendimi Y.K.M. 'de sivri topuklu, altı kırmızı stilettolar bakarken buldum. ısırganotu, yaş 26, çantada functional neuroanatomy kitabı, 'kadın' olduğunu anımsayıp nerede giyebileceğini bile bilmediği stilettoları beğeniyor. Gülünç geldi, ne tarafıma sokup nerede giyeceksem onları :)
bir yandan da Dario Fo okumakta ama 26 yaşındaki mühendis hanımkızımız :D
Her şeyi yapmak isteyen ve buna biyolojik açıklama bulmaktan da geri kalmayan(bkz. ADD/ADHD) isirganotu, kurtulmak için gün saydığı araştırma labından/ "kübik"inden yazdı. Tahmini şafak: 100 iş günü

Afferim bana :)

 Size "It's the final countdown" söyleyeceğim günler (umarım) yakındır a dostlar.

*wandering star-portishead

20 Ağustos 2010 Cuma

all along the watchtower

Tez demek hayatın gittikçe phdcomics'e daha çok benzemesi demek, değil mi? Sınıflandırma yapmam gereken problemimde (evet, koskoca bir hastalığı bir 'problem'e indirmek gibi bir ayrıcalığa sahiptirler 'bilgisayarcı'lar) yeni parametre eklediğimde tahmin oranının artacağına düşmesi beni şaşırtmamalıydı. Bu kadar parametreyi kçıma sokamayacağıma göre, kullanmanın bir yolunu bulmalı mıyım? Evet. zannedersem parametreleri çarpıp bölecek, otomatik olarak onları sevecek(!) bir doğadan esinlenen algoritma kullanıp optimum parametre setini hesaplamak gerek.
Bir yandan da proje, aman proje, canım proje. hala uyumadan önce çözümleri bulabiliyor olmak gayet başarılı bir şekilde idare ediyor beni. daha fazla matematik öğrenmek gerek. Medical Imaging demek matematik demek, ben son iki yılda en çok bunu öğrendim.
B. akıl sağlığımdan endişe duymaya başladığını söyledi. tamam, biraz takıntılı olabilirim, stres sebebiyle takıntılarım artmış olabilir, simetri takıntım sinir bozucu boyutlara ulaşmış olabilir mesela ama, bence kimseye bir zararı yok. 
Burada ortam tabii ki çok sıkıcı, aslında konservatif insanların flörtleşme yaşının 5 olmasını gözlemliyorum misal bu aralar. Evrimsel psikoloji açısından bakarsak zevkli. Davranışsal olarak primatlara ne kadar benzediğimizi bilse bu homo sapiensler, ne kadar hayal kırıklığına uğrarlar acaba?
Bu aralar çok bir şeyler okuyamıyorum. "Expendables" izledim. tabii ki sanatsal olarak hiç bir anlamı yok ama adamlar çekerken eğlenmişler.Onun haricinde "Seinfeld" izliyorum, eğleniyorum. dün labda kod koştururken Battlestar Galactica izlemeye başladım. evet biliyorum, bilimkurgusever biri olarak şimdiye kadar izlememiş olmam hata falan fıstık. Siz de bu arada "firefly" izleyin madem.
Bir de "The Human Brain Introduction to Its Functional Anatomy" diye bir kitap buldum kütüphanede, boş zamanlarımda onu kurcalıyorum. Ben de fMRI istiyorum, olmaz mı?
Vee, insanlık için küçük, kendim için büyük bir adım attım. Toefl için tarih aldım. Zannedersem uzun zamandır ertelediğim bu işi hallederek gitmeye dair ilk adımımı atmış oldum :)
Eğer şu anda draftlarını hazırladığımız makale herhangi bir yerde çıkarsa gitmek konusunda şansımı bariz bir şekilde katlamış olurum. Hadi bakalım.
Haftasonu İzmir'e ve Ayvalık'a gittim. Eğlenceliydi, denize girdim, saçlarımı kestirdim. Sonunda pes edip yine kısa kestirdim saçlarımı, hayat böyle geçmez diye. Her sabah duştan sonra kurutmadan sokağa çıktığımdan, kısa olunca en azından laba gelene kadar kuruyor.
8 yaşındaki yeğenim bana geçen hafta "teyze, sen bilim kadını mısın?" diye sordu.  Şimdi 8 yaşında bir çocuğun bilim KADINI lafını kullanmakta olmasına dikkatinizi çekerim. "ben büyüyünce bilimkadını olmak istiyorum, ama hangi konuda çalışacağıma daha karar veremedim. Hepsini istiyorum" dedi.Ben de kendisine henüz bilim kadını olmadığımı, ama araştırma yaptığımı anlattım.  "Sen olunca bana çalıştığın konuyu anlatır mısın? Ben de karar vereyim." gibi bir şeyler dedi. Şaşkınlıkla biraz tezimden bahsettim kendisine. Bence sosyal bilimlerde çok başarılı bir BİLİM KADINI olur kendisi. Beni neredeyse her konuşmamızda şaşırtıyor.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Pavlov's Dog

Daft Punk dinliyorum. Artık bilinçaltıma ne şeyettiysem, Daft Punk dinleyince aklıma "Do Androids Dream of Electric Sheeps?" (bkz. Philip K. Dick, bilmeyenler için Blade Runner 'ın senaryosu bu kitaptan uyarlanmıştır) geliyor. sanırım o kitabı okurken sürekli olarak Daft Punk'ın şu anda dinlediğim albümünü dinlemişim.
Kafamda yazacak çok şey var(dı) ama üşeniyorum işte. Bir yerden başlayalım mı? Başlayalım.
Öncelikle sıkılıyorum. İki gündür yine background noise tadındaki başağrım başladı. Uyurken geçmiş, laba geçince tekrar başladı.
H. ile arada müze geziyoruz ya, geçen haftasonu Kariye Müzesine gittik. Kariye ve mozaikler hakkında ahkam kesecek değilim burada, ama insan gözlemlerimi paylaşabilirim sanırım. Gayet sıradışı bir güvenlik görevlisi gördük misal. Zayıf, uzun boylu, bıyıklı bir amcacağız. 70'lerin solcuları tipinde bir müze güvenliği. "Oo müze kartımız var" diye karşıladı bizi. Mutlu oldu ya, müze kartımız var diye. İçeride de H. "ben böyle hiçbir şey anlamıyorum, broşür istiyorum" dedi. 4 güvenliğe falan sorduktan sonra çıkış kapısının yanındaki posta kutusunda saklanan broşürlere ulaşabildik. Sanırım bizden başka pek isteyen olmuyor. biz bu kadar aranınca bir güvenlik görevlisi gelip biraz anlattı bize, rehberlik yaptı bir nevi. Oradan çıktık. Bir harita satın aldık :) Tekfur sarayına gittik ama hiç girilebilecek kıvamda durmuyordu, belki de biz beceremedik? Aralardan dolana dolana sahile indik. Film kareleri tadında yerler.İstanbul'da beki de ilk kez asma çardak gördüm,kahvehane olarak kullanılan. Eski İstanbul tabir edilen yeri insanları daha kendi halinde olduğu için, daha Anadolu'ya benzediği için seviyorum sanırım. Sahilde piknik yapanlara bok atarken bir anda kendimizi çimenlere yayılmış, termosta getirdiğimiz kahveyi içip yanımızda getirdiğimiz bisküvileri yerken bulduk. Kanımızda var sanırım, piknik kültürü :) Sonra Karaköy'e geçip İstiklal'e yürüdük ve sahafları gezdik. Çok garip bir sınır var o noktada, bir anda kendimi koleksiyon yaparken bulabilirim. Sanırım bu yüzden sürekli olarak bir şeyleri ayıklayıp atıyorum. Obsesif Kompulsif misali yani.
Önümüzdeki haftasonu İzmir'e gideceğim. Her kadın gibi hayata karşı olan sıkkınlığımı saçlarımı kestirerek gidermeye çalışacağım.Pazar günü de Ayvalığa geçip denize girmeyi planlıyorum, bir aksilik çıkmazsa.
Bu arada aslında başka bir yazının konusu ama başlamışken devam edeyim. Repo Men'i izledim. Bence çok başarılı bir film.  Eğer Cyberpunksever iseniz beğeneceğiniz, "cyberpunk mı o da ne" modunda iseniz "ne var canım sıradan bir aksiyon filmi" diyebileceğiniz bir film bence. Özellikle o distopik kısmı güzel vermişler, bence filmin tek kusuru anlaşılır olması için sonunda olan biteni önceden çok çaktırmışlar. Son zamanlarda bilimkurgu açlığımı iyi doyuran filmlerden oldu. Ha bu arada, polemik yaratmak istemem ama bence Inception abartılıyor. Inception!ın harika olduğunu düşünen bir kaç kişiye "Existenz" dedim ama izlemiş birilerine pek denk gelemedim. İzlemiş olanlar da zaten filmin abartıldığı konusunda hem fikir oluyor. görsel efektler iyiydi. Konu da iyiydi ama pek bilimkurgu tadında işlenmemişti misal. kafa karıştıran her şey güzel değildir sözü bu film için geçerli bence.
Öyle işte. Ben başağrısı, proje ve tez üçgenime geri dönmek sitiyorum izninizle.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

It’s the same old S.O.S. But with brand new broken fortunes

Çalıştığım her iki konu da (tezim ve proje) 'bakir' konularmış. Bilimsel konuşmada 'bakir' konu = yaptığımız her şeyi paper haline getirebiliriz demek. Bilgisayardaki hocam tezim için şimdiye kadar yaptığım şeylerden yayın çıkabileceğini söyledi. Bazen kendimi fazla hafife alıyorum sanırım.
Keyifsizim, çalışma ortamım oldukça keyifsiz. Bu aralar herkes bir gergin. tez danışmanım toplantıda bir kızı ağlattı.Becerdi yani. Daha başka bir sürü şey...
Benim işten çıkınca stres atacak bir şeylere ihtiyacım var. Eskiden böyle yeni yeni 'hobiler' salladıklarında gülerdim ama çok iyi anlıyorum. Dün bir kez daha şişme boks eldivenlerinden istedim.
Haftasonu hayvan gibi yürüdüm.Cumartesi sabahı altı buçukta uyanıp uykusu kaçan ve kendisini sokaklara vuran insan. Sonra B. ile Sultanahmeti gezdik. Beyazıt'a yürüdük, Gülhane parkında yürüdük, Topkapı sarayının bahçesinde manzara izledik. İstiklal'e geçtik, bir kaç kitapçı dolaştık.
Gittikçe daha fazla çalışmam gerekecek sanırım. Projenin raporunu yazmak gerek, tez için bir sürü evrak işi var yine. Uykum var, okumak istediklerim var.
Kitap atölyesi tadında bir gruba katıldım. Dini inançların tarihini inceliyoruz. Eğlenceli ve öğretici bir çalışma olabilir :)
Kod koştururken blog yazarak değerlendirdiğim şu zaman aralığında diyorum ki, lütfen artık anlamlı sonuçlar elde edeyim.Anlamlı olsun da artık sıkıcı kısım olan rapor yazmaya geçeyim.
Morrissey dinliyorum ve Fulya'daki ev(ler)imi özlüyorum.Başlık da zaten life is a pigsty'den.
Korkuyu Beklerken'den geçen yazımda yapmaya çalıştığım alıntı tam olarak şöyleydi:
"...Acaba iyi bir şey olacak mı? Hayır, dedim kendime. İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiç bir şey çıkmaz..."
Oğuz Atay demişken, bir kez daha "Bat dünya bat" diyerek bitirmek istiyorum yazımı.

23 Temmuz 2010 Cuma

Fakat artık ümit yetmiyor bana

Geçen haftasonu H. ile müze gezmece oynamaya başladık.İstanbul Arkeoloji Müzesi, Ayasofya, Çini Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi gezdiğimiz yerler. Sonra Beyoğlu sokaklarında kaybolmaca/ gezmece oynadık. Sonunda eve gelip Closer izledik. Tüm gün ilişkiler üstüne muhabbet ettikten sonra iyi gitti. Modern zamanda yalnızlaşan insanın beceremediği, kabızlaştırdığı ilişkilerini ne de güzel anlatır Closer. Birbirlerinin canını acıtmak için yalanlar söylemeleri, gerçeklere inanmamaları ama canlarını acıtacak yalanlara inanmayı tercih etmeleri falan. Yarın müze gezmece oyunumuza devam edeceğiz, gezeceğimiz yerler az çok belli ama, ben yine de gezdikten sonra anlatmak istiyorum. Fotoğraf da çekmiştim ama üşenip bilgisayara atmadım henüz, kedili Ayasofya fotolarımı paylaşırım belki bir ara.
 Ezginin Günlüğü dinliyorum. Labdayım, kod yazıp çalıştırdım, onu beklerken de internette dolaştım önce, sonra da uzun zamandır yazmadığımı farkettim.
"Hiç yaşamamışız gibi olacak sonunda,
ben kendi yoluma gideceğim, güneş kendi yoluna"
İnsanın hiçliğini ne de güzel anlatır şu sözler.
Bok bir ortam olmak yolunda hızla ilerleyen labda tabii ki yalnız(d)ım. Artık kendimi neredeyse tamamen izole etmiş durumdayım. Tek istediğim biraz olgunluk çok mu zor? Oysa konuşabilecek bu kadar çok konu varken, bu kabız muhabbetler de niye?
"Dünya inan ki bildiğin gibi değil çocuk,
Bir dümensiz sandal, belki oyuncak bir kayık.
Leyla sensin, sevdiğin hayal değil çocuk,
Eski bir sevdadır akıntıya karşı yolculuk"
Diyor Ezgi'nin Günlüğü şu anda dinlediğim şarkısında.
Yalnızlığa duyduğum ama kendime itiraf edemediğim korkumu yendim sanırım, eve gidip kafamı dinlemek en büyük zevkim. Ton balıklı rus salatalı ekmek arası sandviç, gazoz/kola, biraz NFS, biraz internet, biraz kedi sevmece, biraz film, biraz kitap....Arada sahilde yürüyüş...

Emirgana inerken arada sevdiğim bir kedi var, adı Pascal imiş. Onu besleyen kadınla tanıştım.

Kendi bencilliğimde yitip gitmek değil de, insanların yaşamlarını gözlemlemek benim istediğim sanırım.
Oğuz Atay-Korkuyu beklerken'i okuyorum bu aralar. Beyaz Mantolu Adam ve Unutulan bitti, şimdi Korkuyu Beklerken adlı hikayeyi okuyorum. Oğuz Atay'ın sıradan insanın sıradan hallerine dair tespitlerini seviyorum en çok.Misal, bu hikayede, "sürüncemede kalan hiçbir şeyin sonu iyi olmaz" gibi bir laf ediyor kahramanımız(tam cümleyi hatırlamıyorum, kitap da yanımda değil, unutmazsam bakıp yazacağım eve döndüğümde). Bir yandan Beckett tarzı, bir yandan Dostoyevski. Beckett'ın Murphy'sini hatırlattı bana. sadelik olarak da Dostoyevski'nin Kumarbaz'ını. Kumarbaz da öyledir ya, kimi insana çok baştan savma görünür. Evet, kısa sürede bitirmiştir onu Dostoyevski, doğrudur ama insanın iradesizliğini, bağımlılığın nasıl bir şey olduğunu falan çok iyi anlatır bence kısacık cümlelerle.
Dün Wedding Crashers diye bir film izledim. Buraya yazmaya bile gerek yok aslında, yaz tadında çok vakitte izlemelik bir romantik komedi. Müzikleri iyiydi bence.

26 Haziran 2010 Cumartesi

aman tanrım yoksa rüya mı?

Aynı günde hem IT Crowd'ın hem de Fututama'nın yeni bölümlerini görmek. Son zamanların en mutlu günü. Bunun için bu kadar sevindiğime göre deli miyim neyim? Şimdi pizza-kola ve dizi zamanı...

13 Haziran 2010 Pazar

bu ne biçim hikaye böyle

 Bir aksilik çıkmazsa bugün sonunda (!) "Punk Rock" ı izleyeceğim.
Geçenlerde Beckett!ın "Oyun Sonu" adlı oyununu okudum. Gerçi metroda okuduğumdan çok kendimi veremedim ancak"Godot'yu Beklerken" tadında bir oyun. Godot'yu Beklerken'den sonra yazıldığından daha karamsar, daha bir hiçlik üzerine, daha bir hiçlik karşısında umutsuzluğa kapılmış bir eser.
Geçen haftasonu İzmir'deydim, iyi geldi.
Geçen hafta içi tezime baştan bir yön verdim, bir ucundan başlamak gerek diye elimdeki verilerle data classification yapmaya başladım. Bir kaç hafta önce senin danışmanın olmak istemiyorum diyen tez danışmanımı heyecanlandırdım, gaza getirdim. Şimdiye kadar varlığından haberdar bile olmadığım veriler verildi bana :) Sanırım kendime yeni işler yarattım, pattern recognition ile uğraşacağım ama olsun. Anahtar kelimeleri söyledim hocaya , az yayın var, klinik verileri kullanacağız vb. Bir de arada aslında çalışmamın işime yaradığını, oradaki insanlardan yeni algoritmalar öğrendiğimi söyledim(diğer bi anahtar kelimemiz, algoritma)
Şimdi basitçe yazdığım kodu biraz geliştirip arayüz kasarsam süper geçebilir bu yaz :)

3 Haziran 2010 Perşembe

senden benden bizden...

İki gün önce i.k.e.a. evimizin her şeyi dedim, onlar da bugün öğleden sonra eşyalarımı getirecekler. Şansımın yaver gittiği nadir anlardan biriydi, yıllardır fırsat köşesinde çerçöpten başka bir şey görmeyen ben, kanepe buldum. Bakalım, yerleşince fotoları koyarım belki. Bir de k.o.ç.t.a.ş.'a gidip evimi çok sevmem gerekli :) Sonunda pes edip matkap falan satın alacağım sanırım. Bir de bir monitör beğendim gibi, onu da bugün alırım belki.
Yarın finalim var, tabii hoca lütfederse. Kafasından pazartesiye ertelemeye karar vermediyse falan. Ben de yarın akşam için İzmir'e gidiş bileti aldım, salı sabahına da dönüş bileti. Özledim İzmir'i ve yine gidemezsem delireceğim. 
Neyse, bir aksilik çıkmazsa evim süper olacak, ben haftasonumu İzmir'de geçireceğim, haftaya perşembe de gidip "Punk Rock" izleyeceğim. Bir ara Mofuyu vete götürmem ve kısırlaştırmam gerekiyor gibi şeyler de var tabii.

film kulübü

Dün The Man From Earth'ü izledim. (Dikkat yazının bundan sonraki kısmı spoiler içermektedir). Bence esas adamımızın İsa olduğunu söylemesi ve sonunda Dr.Will gruber'in babası çıkması, doktorun da oracıkta ölmesi fazla klişe idi. Yani filmde bunlara gerek yoktu. Bir de sonunu bu kadar net bitirmek yerine kafada acaba oluştursalardi daha güzel olabilirdi. Yani acaba ciddi mi dalga mı geçiyor? hissini tercih ederdim sonunda.

(spoiler bitti)
Glee izlemeye başladım, bence izlenir bir dizi. Bir de çok emek harcıyorlar belli ki, bu da benim hoşuma gitti açıkçası.

Günün Spesiyali: EMMİ

Şimdi bir haftadır yazacağım yazacağım, unutuyorum. Hani bir kokteyle tutulmuştum, adı da Envy idi ya, Cardinal Melon'lu denemelerden kendi kokteylimi yapmış bulunmaktayım.Bol miktar Cappy %100 portakal suyu, eser miktar Cappy Limonata, az miktar Cardinal Melon, bol miktar buz.(Tam ölçek vereceğim en kısa zamanda, hala denemekteyim ölçüleri çünkü). Bunun sonucunda hoş bir kokteyl ortaya çıktı. Bleda da adını Envy'e hitaben "Emmi" koydu. Nasıl çakma belli değil :) Bir de gerçekten fesatlıktan yapılmış bir kokteyl, fesatlıktan konmuş bir çakma isim... Tam uydu bence.

Filler ve çimen

K. Atkaya ne güzel anlatmış şu yazısında.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

you have killed me*

Götümden proje sallıyorum ya hani, Cuma'ya da teslimi var, tabii ki çok sıkıldım. Yine bir şeyler okuyasım, kaçasım, gidesim geldi. Para biriktirebilirsem gerçekten gap year (hadi yıl fazla olur, gap time diyelim) iyi gelebilir. Belki şu her şeyden kaçma hissimden kurtulurum.
Neyse işte, Roll'un 100. sayı posterini internette bulur muyum diye arıyordum. Evde asılı durması yetmedi, burada oturdukça içime sıkıntılar veren çakma kübikime de asmak istedim. Belki biraz neşelenirim diye. Sonra bir yandan da Morrissey dinliyordum. Sonra alakasız bir şekilde edebiyat kulübümüzüm mail grubundaki eski maillere göz gezdirmeye karar verdim.
Çok özlüyorum eski günleri, bok gibi bir evde duyduğum entellektüel heyecanları(bak seen!)... Şu anda aynı insanlarla süper keyif yapılabilecek bir evde oturuyorum.
Ya yaa.
* Başlık Morrissey'in aynı addaki şarkısına atıftır.

25 Mayıs 2010 Salı

Let the good times roll

Yeni evimde oturmuşum köprüye karşı, elimde kahvem,yanımda bonibon (P harfi çıktı ve ben yine bonibon kapağı biriktirmeye karar verdim), önümde laptop,internetim üst kat komşum Aydın'dan(şimdilik), fonda Jimi Hendrix çalıyorken, daha ne isterim? Yetmez diyorsanız ben şu anda buna gülmekteyim :)

Deney sensin tasarımı da sana...

Şimdi almakta olduğum ismilazımdeğil ders için Panik Atak konusunda bir deney tasarımı hazırlamam gerekiyor. Okumak durumunda olduğum makaleler hayvan deneyi denen eziyetleri içeriyor. Yazmak durumunda olduğum proje de böyle olacak sanırım. Bu yüzden sinirim bozuk. 3 gün daha sabredip, ilkelerime ters düşen bir proje vereceğim sanırım. Kendiyle çelişen insan oldum ama fare yerine insan denen HAYVAN'ı denek olarak kullanmak için elimden geleni ardıma koymayacağım. bugün fMRI ve PET ile yapılmış bir kaç çalışma gördüm, belki böyle bir deney tasarımı gerçekleştirmeyi becerebilirim.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

A series of unfortunate events

Taşındım. Hani her şey iyi gidiyor demiştim ya, dün İ.k.e.a.'da yediğim İsveç köftelerden (ya da üzerine bol miktarda aldığım sostan) zehirlendim galiba. Kaldırıma kusan ben, böylece acaip sinir olduğu bir eylemi daha gerçekleştirmiş oldum. Telefonda konuşurken kusmaya başladım desem sanırım durumun ne kadar kötü olduğunu anlatmış olurum.
Evimde internet olmamasından dolayı bu gece çok sıkılacağıma eminim sanki. Bir ara gidip internetimi de açtırayım. Hayır midem bu kadar kötü olmasa kendi başıma bir house warming yapıp köprüye karşı içmek istiyordum ama napalım.
Bir de salak emlakçıyla tartıştık biraz, kavga etmeden anahtarı verip kontratımı almak istiyorum. bir de bugün passiflora içmedim, hani benim passifloram?
Param bitmiş farkında değilim, ona da ayrı sinir oldum. Yeni evin doğalgazını açtırmadım daha, kettle'da su ısıtıp öyle duş alıyorum. Eski evin internetini kapattırdım ama doğalgaz ve elektrik duruyor, one step at a time değil mi? Hepsi hallolacak, sakin.
Güzel müzikler dinliyorum neyse ki, bir de bugün tez danışmanımdan yine azar işitecektim ama yanına gitmemek için sebebim oldu :)
Oldukça halsizim, hala pek bir şey yiyemiyorum. Bir yerlerde düşüp bayılmadan bugünü (ya da bu halsizliği) atlatırsam çok mutlu oluciim.
Beckett sergisi çok kötüydü bu arada, salak ben neler beklediysem artık. Sadece wikipedia'da bile bulunabilecek bilgiler içeren afişlerden oluşuyordu.
Böyle işte, dün cep telefonumu modem olarak kullanabileceğimi öğrendiğimde sevindim ama altyazı indirmek için 18 liralık kontor harcamak koydu açıkçası. Puff...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Just because I'm losing doesn't mean I am lost

Evet bebek, iyi şeyler de olabiliyor sanki? Reşitpaşa'daki evi tuttum. Bugün İski'deki sevgili memurlar acıdılar sanırım, epey yardımcı oldular. Haftasonu taşınmayı planlamaktayım.
Sonra da İkea evimizin her şeyi...
eğer yetişebilirsem az sonra gidip Beckett sergisi gezeceğim. Bu arada küçük bir sır, Murphy beni Godot'yu beklerken'den daha çok etkilemiştir her zaman. Hatta dur bakiim, bir daha okuyayım. "Kendine ait bir oda"yı bitirdim, "Pornografi" okuyorum bu aralar.

7 Mayıs 2010 Cuma

9985

İş çok sıkıcı, çalışma ortamım da... Labda ağlamaya başladığında iyi misin bile demeyen insanlar sürüsüyle çalışıyorum. Ha sorsan farketmemişlerdir, ki bence bu daha büyük sıçar.
Ev arıyorum, muhtemelen bulur bulmaz taşınacağım. Yine düştük yollara modunda. O kadar bıkkınım ki, dekorasyon merakımı bile şimdilik kaybettim. (dekorasyona karşı aseksüel oldum)
Bakalım ya, değişiklik iyi gelir düye bir umudum var. Tek isteğim kaçmak ama kaçamayacağım sorumluluklar bunlar, birlikte yaşamayı öğrenmeliyim. Misal bugün her iki hocamdan da ayar yiyeceğim muhtemelen. Son bir hafta içinde etrafımdaki pek çok insandan güzel kazıklar yedim. Takıldığım tüm çevre değişiverdi. Hayat güzel... Kedilerim var benim. Çok akıllı biri, ötekisi de çok şirin. Öyle akıllı ki guru, poposundaki enfeksiyonu temizletmek için önüme yatıyor, ben pansuman yaparken gurlaya gurlaya kendini yalıyor, sanki yalayarak o temizliyormuş gibi oyun oynuyor. Ya yaa...

boobquake

Boobquake sayesinde kendisini tanıma fırsatı bulduğum Jen'in blogunu şiddetle(!) tavsiye ediyorum.

hıdrellez falan filan

Artık Ahırkapı Hıdrellez Şenliklerinin adı Ahırkapı Şebeklikleri olarak falan değiştirilmeli bence. Ayrıca hayır Radikal, bu yılki Ahırkapı şenlikleri şahane falan değildi. Hayatında hıdrelllez nedir bilmemiş insanların bir şeylerin içine sıçması, tüm İstanbul'u bir Unifest haline getirme çabasıydı. Sevgili Mimar Sinanlı kızlar, ah şekerim bu da bizim geleneğimiz triplerinizi yiyen var mıdır bilmiyorum ama hayır, o bol etekler altına converse'lerle, kafanıza bağladığınız, Mavi Jeans'ten alınmış yazmadan bozma fular/şallarla şirin gözükmüyorsunuz.
Bilmeyenlere söyleyelim, Hıdrellez sadece Çingenelerin / Romanların (kendilerine çingene denmesinden hazzetmezler genellikle) kutladığı bir olay değildir. bilmeyenlere okuma ödevi olarak Yaşar Kemal'in Binboğalar Efsanesi'ni vermeyi bir borç bilirim.
İzmir'de büyümüş bir insan olarak, hıdrellezlerde İzmir'e gidememek (dersler vs.) en sinir olduğum şeylerden biridir. Evet, çocukken annelerden ateş yakma izni koparmak için yaptıklarımızı da çok net hatırlıyorum, o annelerin gül ağacına beşik bağlayıp çocuk dilemelerini de, ağaç dibinde taşlardan ev yapmayı da, sahile çıkıp dilek dilemeyi de, ateşten atlarken yanmamak için korkmayı da...Hıdrellezi izleyen pazar günü toplaşıp pikniğe gitmek de adettendir, sanırım çayırbaşı hıdrellez diye bir oluşum başlatmışlar, onun da içine edecekler.
Bir yazımda daha nefretimi kustuktan sonra diyorum ki, kurcalamayın, bozarsınız. İzmir faşizanlığı yapmak değil amacım ama ben İstanbul kadar da görgüsüz bir şehir görmedim.

25 Nisan 2010 Pazar

envy

Geçen gün Envy adında bir kokteyl içtik, resmen sayıklıyoruz. Gerçekten de Envy imiş kendisi:) içinde Cardinal Melon, Archers Schnapps, Fındık Likörü ve Lime Juice var. Tam tarifini bilenler bir zahmet buraya çiziktirebilirler mi?
Tam zamanlı çalışıyor olmak sıkıcı iş, her ne kadar işim rahat sayılabilecek bir iş olsa da. Bir de aynı labda çalıştığım insanlar B.nin tabiri ile "antisosyal". Kendisi İskoçyalardaki labında bulunduğu ortamdan bahsettiğinde hak veriyorum bu tespitine.
Sunum hazırlamam gerekiyor. Sunum konum Panik Atak. Evet sayın seyirciler, bilgisayar, moleküler biyoloji, genetik falan bitti şimdi de davranış bilimleri ve psikiyatriye el attık. Bakalım ortaya ne çıkacak.
Bir de sanırsam ev arıyorum, hadi bakalım.
Çok büyük gezme planları yapıyorum bu yaz için. Madem çalışıyoruz, her haftasonu gezmek hakkımız değil mi? Tezim de yalan olmazsa(şu anda elimdeki veriler komple yalan olacak sanırım) değmeyin keyfime.
Bir de son olarak "Beyaz Zenciler" okudum. Bence tespitleri çok yerinde bir kitaptı. Baştan uyarı: uyuşturucu fobiniz var ise okumayınız efenim.
Şimdi ise bir ayıbımı gidereceğim, şimdiye kadar okumadığım "Kendine ait bir oda(Virginia Woolf)"yı okuyacağım. B der ki İngilizcesi türkçesinden daha başarılı, ama ben Türkçesini okuyacağım. Olsun.

29 Mart 2010 Pazartesi

surfin' usa

Havanın yağmurlu olmasına inat, bugün sizlere Beach Boys'tan Surfin' USA hediye ediyorum efenim.
Hava güneşli olmasa da benim için güneye gitme zamanı geldi .O yüzden Bulutsuzluk özlemi'nden "güneye giderken" ve "yine düştük yollara" dinliyorum, vakti gelmiş bir görev gibi.
Zamanında bir ay İstanbul'dan dışarı çıkmasam ya da şehir değiştirmesem kafayı yiyebilen, 24 saat evden çıkmazsam delirebilen bir insandım. ya yaa.. Şimdi patates gibi oturuyoruz tabii.

26 Mart 2010 Cuma

proformaaa

bir haftadır firmalardan proforma istemekle, evrak düzenlemekle falan uğraşıyorum. Zaten araştırmacı olmanın yüzde ellisi evrak işi tamamlamak değil midir? Hala halledememiş olmam da haftasonu için yaptığım İzmir planımı yalan etti. Napalım, yine de memnunum halimden.

bence gözlem gücü..

xkcd'deki şu webcomic 'tir. (Mouse pointer'ı üstünde tutunca yorum çıktığını biliniz, bilmeyenlere öğretiniz efenim)

24 Mart 2010 Çarşamba

interdisciplinary madness :)

Ben bugün phdcomics 'teki bu grafiğe çok güldüm:) Efenim kendisi şu sıralardaki yaşamımı özetliyor :)

Angels & Demons

30 Martt'ta Cern'de parçacıkların çarpıştırılması planlanıyor. Hadi yine bilimle hiç bir alakası olmayan insanlar saçma forumlarda dünyanın sonu gelecek mi diye tartışsın.

9986




Benim sevgili pisiciklerim, kendileri için diktiğim kedi çimine bayıldılar. Hatta mofu, her zamanki abartma huyuyla kurabiye canavarı tadında sahnelere sebep oldu. Guru da kibar kibar ısıralım derken hiç tadına varamadı. Siyah olan guru, rengarenk olan da mofu :)

Sevgili Mr. Moonlight

Bir aksilik çıkmaması durumunda artık benim de bir işim var. Zaten yapmakta olduğumuz projede "Researcher" oldum. Tilkinin dönüp dolaşıp gideceği yer bilgisayar mühendisliği bölümüdür :)

9987

Pazartesi günü, bizim çalışma grubundan Gökçe, bilgisayarındaki bir sorun için yardım istedi, bilgisayarına SSH kurmaya çalışıyormuş ama hata veriyormuş. Ben de google'a inandık biz diye daldım yine, bir dll'inin değiştirilmesi gerekiyordu, kullanıcı özelliklerini değiştirerek dll'i silip sorunlu olmayan versiyonunu yükledim, problem halloldu. Zaten Nod32 de güncellemeleri alamıyor demişti, bu malware sorununu halledince büyük ihtimalle o da halloldu. Sonra yanımızda oturan ismini hatırlamadığım biri (sima olarak tanışıyoruz ama hiç muhabbetimiz yok) "aa sen baya anlıyorsun ya bilgisayardan" gibi bir şey dedi. Gökçe'yle güldük, "sen onun bölümünü bilmiyorsun galiba" dedi, bilgisayar mühendisi olduğumu söyleyince biraz rahatladı gerçi :)
Bu post'un mesajı: Hata mesajını googlelamak genelde çözümü bulmanıza yardımcı oluyor efenim.

5 Şubat 2010 Cuma

pattiiizz!

Uzun zaman olmuş yazmayalı. Arada kazasız belasız atlattığım bir final dönemi geçti. Sonrasında İzmir'e gittim. Bu kez 10 gün kaldım. Gezdim, gezdim ve gezdim. Birbirine benzemeyen 3 kız kardeş olarak gezdik, insanları şaşırttık. Bir de gruba ablamın kendisine hiç benzemeyen 2 kızını da katınca tahminimce ilginç bir kadınlar topluluğu oluşturmuşuzdur.
İstanbul'a gelince yokuşlardan mıdır nedir tembel oluyorum ben. Bilemedim sebebini, belki soğuktandır.
İzmir'de böyle uzun kalmayı özlemiştim, iyi geldi.
Başlık, kendisini patates diye sevdiğimiz Yağmur'un (kendisi bir buçuk yaşında) bize cevabıdır efenim. Bir ilke imza atarak beni annesine tercih etti. Bunda sırtıma çıkarmamın ve telefondan kedi resmi göstermemin etkisi büyük sanırım.
Haftaya bahar dönemi başlıyor. Benim bir dersim bir de tezim kaldı. Hadi bakalım...