7 Aralık 2011 Çarşamba

Guneye Giderken...

 Bu yasta guneye gitmek, karavan almak gezmek, kenarda kiyida yasamak istiyorum, oyle gunese hasretim blog, sorma yani. DIY karavanlar gordum, bir aklima yatti ne sen sor ne ben soyleyeyim. Neyse ben gidiyorum, daha aksam yemegi olarak sallama cay- biskuvi keyfi yapmam gerek...

Biz burada (gercekten) bilim (mi) yapiyoruz Sinyorita! (?)

Ayni datayi onbes milyon kere analiz edince ve bu daha baslangic olunca, daha gercek gercek deneylere bile baslamamis olunca, gecen yaz tatil yapmamis olunca ve burada hava bok gibi ve gunduzler kisa olunca, esasen son n yildir (burada n'i hesaplayamayacagim sevgili okur, tembellige alisma kendi deney dizaynin icin kendi parametreni kendin hesaplayiverirsin sen, aslansin ve de kaplansin) tatil yapmamis olunca

COOK SIKILDIM BEEEEN.
Bi de cok anlamsiz filmler izliyorum bu aralar. Misal bkz. Bridesmaids. aman Yarabbim o ne anlamsiz ve de bir o kadar uzun ve cirkin kadinlarla dolu bir filmdir oyle.

Ya da dun Deadheads izledim, konsept ilginc akli basinda kalmis zombie konsepti ama olamamis. Zaten IMDBlerde 5.1 almasindan belli idi, degil mi?
Bir de Almanca cocuk kitabi okumaya calistim olmuyore, sicti yani benim kelime hazinem. Daha cook yolum var.
Bir de 9gaglere gelesin ey okur olur mu?
Iste olmasaydim beyin scani screenshot alirdim, sana da gosterirdim okur ama baska zamana,
Zaten aksam Almanca kursum var, mecburen onu bekleyecegim.
Bir de cikolata festivaline gittim pek bir bok yoktu, soyleyeyim yani. Haberin olsun.

27 Kasım 2011 Pazar

9984

Dün buradaki Amerikalılardan biriyle konuşuyorduk, işte buradan sonra planınız ne, geri mi döneceksiniz napacaksınız tadında klasik konuşmalar. Dedi ki eninde sonunda dönmeyi planlyoruz, yani çocuğumuz olunca falan onu Amerika'da yetiştirmek isteriz ama bir kere yurtdışında yaşadıktan sonra kendi ülkene dönüp yaşamak çok sıkıcı olur diye düşünüyorum. Yani düşünsene, burada her gün yeni bir heyecan, yeni bir dil dedi. Her gün belli bir heyecan var bence, en azından yıllar geçip iyice alışana kadar dedi. Haklı bence, değişik bir mantık gerçi, hiç öyle düşünmemiştim. Ben daha çok misal market kataloglarının ne kadar sürreel olduğuyla dalga geçiyorum (kataloglar sürreel değil, bildiğimiz Migros katalogları gibi falan ama, düşünsenize dil bilmeyince orada satılan şeyin ne olduğu tamamen hayal gücünüze kalabiliyor).
Öyle işte...

Sıçan Adam

Dün Rittersport'un fabrikasını gezmeye gitmiştik Almanca sınıfıyla, dönüşte bu heykeli gördüm. Heykel mi daha komik, bir banka şubesinin hemen yanında konuşlanmış olması mı daha komikti bilemedim. Sıçarım ben böyle paranın içine :)
Bu arada, çikolatanın da outlet satışı olur muymuş arkadaş, 2 kilo çikolata aldım resmen. Zaten bu hafta Tübingen'de çükolata festivali de başlayacak :) Çikolata festivalinden sonra da Noel Marketi başlayacak. Bu Almanların Christmas Market leri yaklaşık 24 gün sürüyormuş işte. Millet şimdiden sokakları aydınlatmış, balkonlarını evlerini süslemeye başlamış. Her yer ışıl ışıl oluyor. Şehir yazın bile bu kadar canlanmıyor öyle düşün.

23 Kasım 2011 Çarşamba

(500) Days of Summer

Bir kere yazmaya baslayinca duramayan isirganotundan bir not daha, basliktaki film gercekten guzel sevgili blog.  O zaman su sarki sana gelsin. Hazir Radyo eksen, filmde bu sarkinin gectigi kismi jingle yapmisken unutmayalim degil mi?

13 Eylül 2011 Salı

the times we had oh, when the wind would blow with rain and snow were not all bad

Başlık Beirut adlı güzide grubun Postcards from Italy adlı parçasından alıntıdır. Zannederim ben indie-rock seviyorum.  Her ne kadar eksen style olarak adlandırsak da kendisini, evet seviyorum ne var. Hem şarkı hem eplenceli hem hüzünlü böyle.

Götünle güleceksin sayın okur ama ben İstanbul'u köpek gibi özlüyorum. Saçma ve sıçarlı di mi? Bence de :)

Gerçi buraya da alışıyorum, dün koşuya çıktım misal, dedim ki ormanın dibinde yaşıyorum işte her istediğimde koşabilirim ne güzel. Değerlendirmek lazım bunu. Durmaksızın 3 km koşabildim misal benim için önemli bişi bu, hele ki yarısının yokuş yukarı olduğunu düşünürsen ohoo! Göt büyüten akademisyen adayıyım ben, bunu aklının bir köşesinde bulundur hep !

Peekii, şimdi geçici bir süre burada olduğumu kabullendim ve elimden geldiğince bu durumdan yararlanmam gerektiğini biliyorum. Gezmek falan lazım di mi o zaman? Peki. Bir yandan da Milan Kundera okuyan ısırganotu ne yapar? Prag'a gitmeye karar verir :) Muhtemelen Kasımda bir haftasonu Praga gideceğim. Bakalım :)

Tez komiteme sunum hazırlıyorum amcalar teyzeler bu gördüğünüz deney sonunda bunu kanıtlamayı amaçlamakta tadında. Bir de sonunda yarın grad schoola evraklarımı vereceğim.

Ya buraya alışıyorum dedim de insanlar hala bi garip hep bir garip. Kendimi hiç rahat hissedemiyorum.Bir de çoğu zaman insanları sıkıcı buluyorum. Yani hemen her öğlen aynı şeyleri konuşmak misal, bögh geldi bir korelinin yemek konusunda herkesle sidik yarıştırmasından, et yemiyorum diye bunun haftada en az bir kere yemek muhabbeti olmasından falan.

Benim sevgilim itünün tüm inatlarına(!) rağmen okulu bitirebilecek sanırım, o yüzden bugün çoo mutluyum. Burada bir de master programı ayarladık mııı yaşasın seneye eylülde yanımda bile :)

Valla emlakçı amcanın dediği kadar var, örümcekler bu evin evcil hayvanı gibi demişti, napsam ne etsem garip örümceğimsi kankalar gitmiyolar, ben de onları öldürmüyorum, öyle geçinip gidiyoduk da dün gece sinekle örümcek arası bi mutant tadıma bakmaya karar vermiş.

Böyle uykuöncesi saçmalamalar köşesi oldu burası. Haaaa haaaa! Hihohohaaaa! Aman tanrım Alman oldum, her şeyin sonuna ünlem koyuyorum!

Belki kendime dikiş nakış köşesi yaparım evde, kumaş falan almayı keşfedebilirsem :) Hiç öyle çok kolay lan nolcak moduna girmeyin, haftasonu kulaklık aldım marketten, özellikle de bass yazılı olmayandan aldım ama yine de bass kulaklık çıktı, kendisi rock müzikle pek anlaşamıyor haliyle.

Fırın istiyorum ben,sözde buradaki doğu almanyalı arkadaşım bana birinden fırın alıp getirecekti ama yalan oldu.

Haha: şu linktekiler eğlenceliymiş

O zaman bu gecenin şarkısı da şu olsun, sana girsin sayın okur.

Poofff hiç uykum yok, tabi yersem tüm akşam nutellaları içersem kolaları olmaz uyku falan.

Neyse biraz dizi izleyip biraz da kitap okuyayım bari, napalım.

Küçük şeylerle mutlu olan ısırganotu, ayaklarının üşüdüğü yatağından bildirdi.

4 Eylül 2011 Pazar

Kitap ve Film

O değil de sonunda Milan Kundera'nın 'Şaka'sını okuyorum ben, kendime not düşeyim dedim, bir de sabahtan beri ara vere vere "Strange Days" izliyorum, ilgi çekici bir film.  Bu film benden distopikbilimkurguseverlere gelsin sevgili okur.

Şarap Kitap ve ben

2000 yılında bir süpermarketin indirim reyonunda şans eseri bulduğum bir albümdü Fikret Kızlok'un Not Defterimden albümü. Sonra tabii, elektronik versiyonunu falan da buldum ama, nostaljiık bir insanım ben, kasetçalarım bozulana kadar kaset dinlemeyi sevdim, rastgele reyonlardan kaset almayı da.

Bulutlu bir Tübingen pazarı (aa çok şaşırdık değil mi), Şu anda Nazım Hikmet'in Kozmosunu söylüyor Fikret Kızılok o şiirler çok iyi giden ama asla şiir okuması hayal edilemeyen sesiyle.  Biraz kitap okudum, Kanat Atkaya okudum. Sonra Fikret Kızılok'un bir röportajını okudum. Demiş ki "Dünya halklarının yüzde 80'i bilinçsiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika'da dahil. Gerçek entelektüel yüzde 5'i bile bulmaz. Demek ki cahil olan yüzde 80'le ilişki kurup meşhur oluyorsun. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım. Değerli olmak önemli."
Ne de güzel demiş.
Fonda "Kerem gibi" çalarken ben de elimde şarabımla, koltuğuma çekiliyorum Milan Kundera'nın Şaka'sını okumak üzere.
Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak ey okur... Daha çok okumak lazım.  Bu %80 olayı can sıkıcı. Konuşacak kimse bulamıyorum buralarda. Daha çok okumak, izlemek üretmek lazım. Tiyatroya gitmeyi özledim.   Denize girmeyi özledim sevgili okur,  bu sene hiç denize girmedim ben, bir kere havuza girdim sadece. Olmaz ki, bir egelinin canı deniz çeker, yüzmek çeker ben böyle yaza yaz demem.  
Ben biliminsanlarının entellektüel açıdan daha donanımlı olmasını hayal etmiştim hep sevgili okur, hayalkırıklığına uğruyorum sürekli olarak. Ben kendini liberal ve solcu sanan cahillerle dolu bir köyde oturmaktan rahatsızım.
"Niye doğal koşullardan eşitsiz yürüyoruz da beşinci zamana, niye eşit topraklarda gömülüyoruz." der Fikret Kızılok 'Obur Piton'da.
Böyleyken böyle işte. Yorma beni ey şehir. Evim ne güzel bir sığınak oldu.

29 Mayıs 2011 Pazar

Bir Film Analizi: The Box

Öncelikle şunu belirtmeliyim, bu yazı farketmeden spoiler içerebilir.
The Box'ın konusu hep işte eve bir kutu gelir ve bir adam bu kutudaki düğmeye basarsanız tanımadığınız birinin öleceğini ve size kamyonla para vereceğini söyler şeklinde özetlenir hep. Ama ben sadece bu kadarını okuduğumdan ve daha detaylı bir şeyler okumadığımdan filmin bilimkurgu olduğundan habersizdim ve sadece psikolojik gerilim sanıyordum. Bu sebeple izlemek için hiç acele etmemiştim.
İlk olarak filmi sevdim, 10 üzerinden en az 8 veririm, daha fazla da verebilirim ama bu adil olmaz çünkü mesela film 70'lerde geçerek benim kalbimi gerçekten kazandı bu biir, benim için sürpriz bir şeklide bilimkurgu çıkmasıyla beni pozitif yönde şaşırtarak kararkarımda bir yanlılığa sebep oldu bu iki.
Film bana öncelikle Donnie Darko'yu hatırlattı, iki filmi de izleyenler oha be ne alaka diyebilirler, ama filmde yenilenen döngü sanki zamandan bağımsız bir döngü havasında verilmiş.  İkinci olarak psikolojik bilimkurgu olması açısından ve geçtiği dönem itibariyle  Solaris ve 2001: Bir Uzay Macerasını anımsattı, ama bu son iki filmle de gerçekten alakası yok, üçüncü olarak da filmi izleyeli bir hafta geçti ve şimdi düşünüyorum da az biraz Watchmen'i anımsadım. Tüm bu saydığım filmler sevdiğim filmler olduğundan özetle bu filmi de sevdim.
Özellikle çocuğun banyoda kilitli uyanıp sağır ve kör olduğu sahne ve ailenin çaresizliği gerçekten etkileyici idi.
Böyle işte.

18 Mart 2011 Cuma

paranoid android

Labda makale okumaya calisiyorum ama olmuyor. Neden bilmiyorum, iki gundur biraz dikkatim dagildi. Artik bir ev bulmak ev yerlesmek istiyorum , yillar sonra yeniden yuzumde egzema basladi sanirim, gidip nemlendirici ve adam gibi yuz temizleme seyleri almam gerekiyor. Sabah sabah yine MAC lere olan nefretimi kustum zaten. Niye MAC kullaniyoruuuuz cok sacmaaaa!!!! Misal Ctrl tusunun calismamasi. Sonraa hemen her program icin VM kurup orada Windows uzerinden calistiriyor olmamiz falan. Poff...
Sanirim ben de Kindle alacagim.Dun B. beni epey kandirdi, Bunda tabii burada kitap bulamayacak ve paso Amazon'a siparis verecek olmami farketmemin de etkisi olabilir.  Alayim kindle'i gelsin ebooklar gitsin ebooklar. Project gutenberg amca ne gune duruyor zaten.
Dun ilk kez bir fMRI deneyi izledim. Henüz hiçbir şey bilmiyorum ama öğrenebilirim sanırsam. Neyse bu tatsız blogumuz burada bitsin. En azından Eksen fena çalmıyor şu anda. Bir de pes edip klavyemi Türkçeye çevirdim, ben nedense tuşların yerini ezbere bildiğimin farkında değildim.

15 Mart 2011 Salı

Haberler

Hani şimdi uzaktayım ya, daha önce de vardı bu his ama şimdi daha yoğun. Haberleri okurken özellikle s.i.y.a.s.e.t.l.e ilgili tüm haberlere baştan sona tepkim bol ünlemli bir T.A.Ş.Ş.A.K. MI GEÇİYONUZ?!!! oluyor.
Oh be, söyledim rahatladım.

13 Mart 2011 Pazar

Tübingen'den notlar vol.1

geldiğimden beri kampüsten sadece banka kartı çıkarmaya falan çıktığımdan, biraz gerçek insan yüzü görürüm belki diye dün dışarı çıkıp kasabaya inmeye karar verdim. Madem hava çok güzel ve madem burası küçücük bir yer (ve madem otobüse her bindiğimde henüz öğrenci kartım olmadığından yaklaşık 4.5 TL para veriyorum), yürüyerek ineyim bari dedim. Zombie mi yapacaksınız diyen amcaya selam eylerim, kendimi bir anda Shaun of the Dead'in giriş sahnelerinden birinde hissettim. Kasabanın sınırında yer aldığımızdan mıdır nedir, sokaklar öyle boş öyle boş ki, zombie outbreak olsa anlamam yani. Sadece arada bahçelerini sulayan 100 yaşında teyzeler gördüm, ki bu daha da vahimleştiriyor durumu. Neyse, zaten burada zombie outbreak geyiği yapabileceğim de kimse yok, zira bildiğin nerd of the lab konumundayım. Walking dead falan izleyin bi ya. Niye bu kadar sıkılıyorsunuz ki, internet var diyorum boş bakıyorlar. Lan Portal 2 çıkacak dedim bugün birine, demez olaydım. Orange box dedim kimbilir kafasında nasıl sürrealistik dünyalar aktı, alman olmak zor tabe. Neyse, kasabada biraz insan vardı, en kalabalık yer de bir dönerciydi, sokağa taşmışlar o kadar yani :) Hayır zaten anlamıyorum ki, 3-5 mekan var onlarda insanlar sokaklara taşıyorlar yiyecek- içecek almak için, ama şehrin kalanı boş. Zaten pazarları her yer kapalı. Labda radyo eksen dinleyip makale okuyorum şimdilik, yani hayatımda değişen çok bir şey yok aslında. Tost makinesi ve kettle olan bir mutfağı olan bir evde oda bulmayı becerirsem tamamdır, zaten ROLL posterimi getirdim yanımda, duvara da onu ascam. "O adam ki hareket memuru, ikamete memur edilir mi hiç?" yazacak kocaman, ben de her seferinde Can Yücel'in kulaklarını çınlatıp (ölmüş adamın kulaklarını çınlatmak?) gülcem. Neyse ben biraz makale okuyup biraz dizi izleyip biraz da NFS oynayayım bari. Şimdi Bleda sen önce portal 1'i bitir diyecek bana :)

6 Mart 2011 Pazar

Tübingen'den sevgiler

Sevgili Blog,
Şu anda küçük bir Alman kasabası olan Tübingen'den bildiriyorum. 1 Mart'tan beri buradayım. Resmi olarak çalışmaya başladım ama doktoraya başlamadım henüz (Graduate School'a kaydolmadım, ama onun çok da önemi yok). Max Planck Institute for Biological Cybernetics'teyim, paramı Center for Integrative Neuroscience Enstitüsünden alacağım ve Tübingen Üniversitesi ile Max Planck Enstitüsünün ortaklaşa yürüttüğü Graduate School of Neural & Behavioural Sciences 'a kaydolarak buradan da diplomamı alacağım (nasıl, epey karışık değil mi :))
Burada 6. günüm, henüz çok gezip görmüşlüğüm yok. Şimdilik konukevinde kalıyorum ama ay sonuna kadar kendime kalacak yer bulmam gerekecek.
Sonunda beni de Mac kullanıcısı yapan bu enstitü sayesinde, şu anda macbook pro nun harddiski nasıl kurulup MacOS install edilir onu kurcalıyorum.
Onun haricinde, çalışacağım konunun ana hatları belli oldu, ben de makale okumaya başladım. Nöroanatomi alanındaki bunca açığımı nasıl kapatacağım ben? Herhalde deli falan olmalıyım dilini hiç bilmediğim bir yerde pek de bilgim olmayan ve daha önce hiç çalışmadığım bir konuda doktoraya başladığım için.
Bundan sonra buradan sizinle Almanya hakkında işe yarayabileceğini düşündüğüm şeyleri de paylaşacağım, belki de onun için ayrı bir blog açmalıyım. Mesela, büyük şehirleri saymazsak, Almanya'nın böyle nüfusu az olan şehirlerinde dükkanlarda, marketlerde vb. genelde kredi kartı geçmiyor. Evet, süpermarkette ya da telefon kontörü yüklemek istediğinizde kredi kartı geçmiyor. Buradaki bankalardan aldığınız bankamatik her yerde geçiyor ama. Banka hesabı açtırmak için oturma izni almak gerekli değil, sadece belediyeye gidip 'register' olmanız gerekiyor. Yani oturma izni almak için tekrar gitmek gerekiyormuş.
Çoğu insan İngilizce biliyor ama ağır bir aksanları var, bir de tüm evraklar, web siteleri falan Almanca, yiyeceklerin üstünde falan TR'de olduğu gibi İngilizce açıklama yer almıyor çoğu zaman.
Pazarları her yer ama her yer kapalı oluyormuş.
Almanya'nın nadir yokuşlu şehirlerinden birini buldum galiba, küçük bir yer olduğundan mıdır nedir raylı ulaşım yok, otobüsler var.enstitü şehrin dışına doğru tepelerden birinde yer alıyor.
Neyse şimdilik bu kadar, ben nutella kaşar peyniri tost ekmeği gibi şeylerle beslenmeme devam edeyim bari. Biraz makale okuyup dizi izlemeye devam edebilirim. Grey's Anatomy 'e sardım bu haftasonu.
Buradaki arkadaşım C. bir kaç gündür yoktu, o gelsin de marketten pizza alıp yiyelim bari. Beceremeyeceğimi düşündüğüm için almadım, zira aldığım zeytinler çok kötü bir şey aromalı çıktı yiyemiyorum.

28 Ocak 2011 Cuma

Twist and Shout

Yazmayalı 2 ay olmuş ya hani, kronolojik sırayla mı gitsem önem sırasına göre mi anlatsam olayları bilemedim. İyisi mi ortaya karışık gidelim.
Öncelikle bu hafta tez savunmam vardı, ve heyecandan öleceğimi de düşünsem bitti :) Başarıyla savundum tezimi, hem tezimi hem Pelit'in kurupastasını çok beğendi hocalar.Böylece yüksek lisans maceramızın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Asıl önemli haber ise doktoraya kabulüm. İki hafta önce Almanya'ya gidip doktora görüşmelerimi gerçekleştirdim ve görüştüğüm 3 yer de doktoraya kabul etti beni. Ben tabii ki yıllardır istediğim enstitüyü seçtim, Max Planck Institute for Biological Cybernetics, Tübingen. Bundan sonra sanırım Tübingen, Almanya ve Max Planck anılarıma maruz kalacaksınız daha ziyade :)
Ha bu arada yazmayalı başka neler oldu, ev değiştirdim ama burada alt komşu manyak çıktı, zaten gidiyorum ulan diye boşaltıyorum evi. Hocam beni bir maille çalıştığım projeden kovdu, ama şimdi MPI 'a kabul aldık ya, aman tanrım beni MPI'ya o göndermiş oldu. Doktora görüşmelerine gidebilmek için Almanya'nın vize vermesini bekleyemediğimden Yunanistan'dan Schengen alan bendeniz, ilk kez yurtdışına çıkacağımdan tavsiyelere uyup Yunanistan üzerinden giriş yaptım. Buradan otobüsle Selanik'e gittim, oradan uçakla Berlin'e, bir gece Berlin'de kalıp Stuttgart'a uçtum ve Tübingen'e geçtim, bir gece orada kaldım, ertesi gece Stuttgart'tan trenle Hamburg'a gittim (tüm gece süren bir yolculuktu), Hamburg'da bir hostelde  iki gece kaldım, ilk gün Lübeck'e gidip döndüm, ikinci gün Hamburg'da bir görüşmem vardı sonrasında Hamburg'u gezdim. Ertesi gün öğlen saatlerinde uçakla İstanbul'a döndüm. Dilini bilmediğiniz bir ülkeyi boydan boya gezmek garip bir deneyim. En süperi Hamburg'da markette Türk bir teyzenin Almanca bir şey sorması, benim ona Türkçe teyze ben Almanca bilmiyorum demem, teyzenin de hiç mi bilmiyorsun diye sinirlenmesiydi.
Bu da Tübingen'den bir foto. MPI'ın konukevinde kadığım odanın penceresinden görünen manzara. Beni ev dağıtma macerası, tezin son versiyonunu resmi olarak teslim etme macerası, vize alma macerası gibi şeyler beklemekte, bir dahaki posta kadar hoşçakalıın:)