11 Ağustos 2010 Çarşamba

Pavlov's Dog

Daft Punk dinliyorum. Artık bilinçaltıma ne şeyettiysem, Daft Punk dinleyince aklıma "Do Androids Dream of Electric Sheeps?" (bkz. Philip K. Dick, bilmeyenler için Blade Runner 'ın senaryosu bu kitaptan uyarlanmıştır) geliyor. sanırım o kitabı okurken sürekli olarak Daft Punk'ın şu anda dinlediğim albümünü dinlemişim.
Kafamda yazacak çok şey var(dı) ama üşeniyorum işte. Bir yerden başlayalım mı? Başlayalım.
Öncelikle sıkılıyorum. İki gündür yine background noise tadındaki başağrım başladı. Uyurken geçmiş, laba geçince tekrar başladı.
H. ile arada müze geziyoruz ya, geçen haftasonu Kariye Müzesine gittik. Kariye ve mozaikler hakkında ahkam kesecek değilim burada, ama insan gözlemlerimi paylaşabilirim sanırım. Gayet sıradışı bir güvenlik görevlisi gördük misal. Zayıf, uzun boylu, bıyıklı bir amcacağız. 70'lerin solcuları tipinde bir müze güvenliği. "Oo müze kartımız var" diye karşıladı bizi. Mutlu oldu ya, müze kartımız var diye. İçeride de H. "ben böyle hiçbir şey anlamıyorum, broşür istiyorum" dedi. 4 güvenliğe falan sorduktan sonra çıkış kapısının yanındaki posta kutusunda saklanan broşürlere ulaşabildik. Sanırım bizden başka pek isteyen olmuyor. biz bu kadar aranınca bir güvenlik görevlisi gelip biraz anlattı bize, rehberlik yaptı bir nevi. Oradan çıktık. Bir harita satın aldık :) Tekfur sarayına gittik ama hiç girilebilecek kıvamda durmuyordu, belki de biz beceremedik? Aralardan dolana dolana sahile indik. Film kareleri tadında yerler.İstanbul'da beki de ilk kez asma çardak gördüm,kahvehane olarak kullanılan. Eski İstanbul tabir edilen yeri insanları daha kendi halinde olduğu için, daha Anadolu'ya benzediği için seviyorum sanırım. Sahilde piknik yapanlara bok atarken bir anda kendimizi çimenlere yayılmış, termosta getirdiğimiz kahveyi içip yanımızda getirdiğimiz bisküvileri yerken bulduk. Kanımızda var sanırım, piknik kültürü :) Sonra Karaköy'e geçip İstiklal'e yürüdük ve sahafları gezdik. Çok garip bir sınır var o noktada, bir anda kendimi koleksiyon yaparken bulabilirim. Sanırım bu yüzden sürekli olarak bir şeyleri ayıklayıp atıyorum. Obsesif Kompulsif misali yani.
Önümüzdeki haftasonu İzmir'e gideceğim. Her kadın gibi hayata karşı olan sıkkınlığımı saçlarımı kestirerek gidermeye çalışacağım.Pazar günü de Ayvalığa geçip denize girmeyi planlıyorum, bir aksilik çıkmazsa.
Bu arada aslında başka bir yazının konusu ama başlamışken devam edeyim. Repo Men'i izledim. Bence çok başarılı bir film.  Eğer Cyberpunksever iseniz beğeneceğiniz, "cyberpunk mı o da ne" modunda iseniz "ne var canım sıradan bir aksiyon filmi" diyebileceğiniz bir film bence. Özellikle o distopik kısmı güzel vermişler, bence filmin tek kusuru anlaşılır olması için sonunda olan biteni önceden çok çaktırmışlar. Son zamanlarda bilimkurgu açlığımı iyi doyuran filmlerden oldu. Ha bu arada, polemik yaratmak istemem ama bence Inception abartılıyor. Inception!ın harika olduğunu düşünen bir kaç kişiye "Existenz" dedim ama izlemiş birilerine pek denk gelemedim. İzlemiş olanlar da zaten filmin abartıldığı konusunda hem fikir oluyor. görsel efektler iyiydi. Konu da iyiydi ama pek bilimkurgu tadında işlenmemişti misal. kafa karıştıran her şey güzel değildir sözü bu film için geçerli bence.
Öyle işte. Ben başağrısı, proje ve tez üçgenime geri dönmek sitiyorum izninizle.

Hiç yorum yok: