Bugün Cuma. Yani ben çalışmıyorum, yaşasın! Hava çok güzel, öğleden sonra bir parkta arkadaşla buluşacağız.
Burası epey normalleşti, ama şirket sağ olsun hala evden çalışmamıza izin veriyor. O kadar işime geliyor ki anlatamam. Ben bu yeni düzeni sevdim. Bu hafta aylar sonra tekrar toplu taşıma kullandım, garipti ama maskeyle yaşamaya alışırım. Biraz daha maske dikeyim ben bu hafta sonu.
Çok neşe doluyum şu an sevgili okur, biraz sana da bulaştırayım diye geldim. Üstünde çalıştığım bir projeyi neredeyse bitirdim (en azından ilk versiyon olarak) bu hafta. Birdenbire bir neşe, bir ekstra vakit, anlatamam. Biraz kesinleşsin ondan sonra anlatırım. Arada bahçeye ektiğim otlar çimenler çıktı ama çok seyrek oldu, yeni çimen tohumu aldım onu ekeceğim. Epey kitap okuyup dinliyorum bu aralar. Harry Potter dinleyip Mandala boyamak gibi bir zevkim var, bildiğin akşam olsun diye bekliyorum :) Arada dikişe sardım, yazlık bir pantolon diktim kendime. Yeniden düzenli olarak yemek yapmaya başladım, az biraz düzenli yoga yapmaya da. Birlikte spor yaptığım arkadaşım spor salonları açıldığı için online derslere son verdi. Ben de kimse zorlamayınca HIIT yapmıyorum. oysa ne kadar da iyi geliyordu. Tekrar koşmaya başlamak için kendimi gaza getiriyorum bir süredir, şimdi app bakıyorum indireyim gaza getirsin diye. Yemek yapmak ve yediklerime dikkat etmek konusunda bir app kullanıyorum, bir hafta oldu kullanmaya başlayalı ama epey hoşuma gitti. Yemek tarifleri falan var, pratik( YAZIO uygulamasını kullaniyorum).
Neşeliyken İspanyolca müzik dinleyen tek insan değilim, değil mi?
Neyse şimdilik benden bu kadar.
12 Haziran 2020 Cuma
4 Mayıs 2020 Pazartesi
İlkbahar renkleri ve çeşitli yürüyüşler- Le Karantina, 7. Hafta da böyle bitti
Radyo Eksen Beastie Boys'tan Girls şarkısını çalıyor, ben de sandalyemde gayet komik bir şekilde dans ediyorum. Olsun, beni de böyle kabullendik hep beraber. Bazen ailemin beni kabullenme konusunda gösterdiği tolerans beni çok şaşırtıyor, yani 'enee, bi ben salak salak triplerdeymişim, baksana herkes beni böyle kabullenmiş bile' oluyorum.
Bu hafta izindeydim, bugün izin bitti, yarın iş. Bu konuda hüzünlüyüm. İzinde olmak, her ne kadar kendime süper stres verecek meşgaleler bulmuş olsam da baş ağrılarıma iyi geldi doğrusu. Bir de her gün ufak ufak yürüyüşler yapmaya başladım. Yaşasın, analog yaşam. Bir gün çoğu şeyin analogunu tercih etmek bir lüks olacak ve o gün hiç uzak değil, ve bu beni üzüyor. İnsanların verileri, çoğu zaman fark etmedikleri ve bu nedenle değerini kendilerinin biçmediği bir ticaret aracı haline geldi bile. Almanya'ya ilk geldiğimde bu konudaki farkındalığı anlayamamıştım ve abartı gelmişti. Şimdiyse, üyelik kartınız var mı, ister misiniz diyen kasiyere bütün şiddetimle kafa sallıyorum hayır diyerek. İçimizdeki veri bilimciler, analistler ve algoritmik adalete kafa takanlar el kaldırsın.
Çok alakasız ama aklıma geldikçe gülüyorum. Yan dairede doğu Avrupalı bir aile var. Küçücük evde 3 küçük çocukla yaşadıklarından biraz kaotikler, ayrıca bahçelerimiz de komşu. Haliyle şu sıralar çocuklar bol bol bahçede oynuyorlar. Tahminimce 5-6 yaşlarında olan ortanca çocuk (yanlış hatırlamıyorsam ismi Sofia olan bir kız çocuğu), kardeşleriyle oynarken " Polyushka Polye " mırıldanmaya başladı😃. İşte bunlar hep doğu Berlin'de yaşıyor olmak, hep multikulti dediğimiz Berlin güzellikleri. Multikulti, çok kültürlü anlamına gelen bir kısaltma. Özetle Berlin güzellemesi ya da Berlin'in Almanya'nın kalanından bambaşka bir yer olduğu gerçeği. Onun hemen arkasından arka binadaki gençler Eminem dinlemeye başladı mesela. Eskiden olsa ne çok gürültü yapıyorsunuz diye yaşlı Güney Almanyalı teyze gibi sinirlenirdim ama şimdi eğleniyorum.
Genel olarak "hadi bir şeyler yapalım" tayfasının bütün bu bir şeyler yapalım heveslerini online mecralara taşımış olmaları yoruyor biraz. Bir gidin evinizde oturun allasen, kendinizle kalmaktan bu kadar korkmayın diye bağırasım geliyor. Özellikle iş hayatıyla ilgili etkinlikler, toplantılar, sosyalleşmeler konusunda epey negatif hislerim olabilir, evet.
Günlük yürüyüşlerimden bir bahar fotoğrafı bırakayım buraya. Şu bahar renklerine de, yaşadığım yerin bu kadar yeşil olmasına da bayılıyorum. Mesela bu güzellik, ana caddelerden birinde, sıradan bir apartmanın önünde yer alıyordu. O zaman yaşasın bahar renkleri ve uzayan günlerin hafifliği!
Bu hafta izindeydim, bugün izin bitti, yarın iş. Bu konuda hüzünlüyüm. İzinde olmak, her ne kadar kendime süper stres verecek meşgaleler bulmuş olsam da baş ağrılarıma iyi geldi doğrusu. Bir de her gün ufak ufak yürüyüşler yapmaya başladım. Yaşasın, analog yaşam. Bir gün çoğu şeyin analogunu tercih etmek bir lüks olacak ve o gün hiç uzak değil, ve bu beni üzüyor. İnsanların verileri, çoğu zaman fark etmedikleri ve bu nedenle değerini kendilerinin biçmediği bir ticaret aracı haline geldi bile. Almanya'ya ilk geldiğimde bu konudaki farkındalığı anlayamamıştım ve abartı gelmişti. Şimdiyse, üyelik kartınız var mı, ister misiniz diyen kasiyere bütün şiddetimle kafa sallıyorum hayır diyerek. İçimizdeki veri bilimciler, analistler ve algoritmik adalete kafa takanlar el kaldırsın.
Çok alakasız ama aklıma geldikçe gülüyorum. Yan dairede doğu Avrupalı bir aile var. Küçücük evde 3 küçük çocukla yaşadıklarından biraz kaotikler, ayrıca bahçelerimiz de komşu. Haliyle şu sıralar çocuklar bol bol bahçede oynuyorlar. Tahminimce 5-6 yaşlarında olan ortanca çocuk (yanlış hatırlamıyorsam ismi Sofia olan bir kız çocuğu), kardeşleriyle oynarken " Polyushka Polye " mırıldanmaya başladı😃. İşte bunlar hep doğu Berlin'de yaşıyor olmak, hep multikulti dediğimiz Berlin güzellikleri. Multikulti, çok kültürlü anlamına gelen bir kısaltma. Özetle Berlin güzellemesi ya da Berlin'in Almanya'nın kalanından bambaşka bir yer olduğu gerçeği. Onun hemen arkasından arka binadaki gençler Eminem dinlemeye başladı mesela. Eskiden olsa ne çok gürültü yapıyorsunuz diye yaşlı Güney Almanyalı teyze gibi sinirlenirdim ama şimdi eğleniyorum.
Genel olarak "hadi bir şeyler yapalım" tayfasının bütün bu bir şeyler yapalım heveslerini online mecralara taşımış olmaları yoruyor biraz. Bir gidin evinizde oturun allasen, kendinizle kalmaktan bu kadar korkmayın diye bağırasım geliyor. Özellikle iş hayatıyla ilgili etkinlikler, toplantılar, sosyalleşmeler konusunda epey negatif hislerim olabilir, evet.
Günlük yürüyüşlerimden bir bahar fotoğrafı bırakayım buraya. Şu bahar renklerine de, yaşadığım yerin bu kadar yeşil olmasına da bayılıyorum. Mesela bu güzellik, ana caddelerden birinde, sıradan bir apartmanın önünde yer alıyordu. O zaman yaşasın bahar renkleri ve uzayan günlerin hafifliği!
26 Nisan 2020 Pazar
Baş ağrısı, baş ağrıları azizim- Le Karantina - 6. haftanın sonu
Haftanın çoğunda başım ağrıdı. Nedenini bulmak için kontrollü deneyler düzenliyorum. Geçen cumartesi, yaklaşık 5.5 hafta sonra dışarı çıktım (alışveriş dışında). Karantina günlerinden önce son görüştüğüm arkadaşımla buluşmaya. Bir parkta mesafeli oturduk, biraz parkta yürüdük. Ağaçlar çiçek açmış, fotoğraf da çektim ama koymaya üşendim şimdi. Evden parka yürüyerek gidip geldim, toplu taşıma kullanmamak adına. Bisiklet yolları da kalabalıktır diye düşünmüştüm, iyi düşünmüşüm. Kaldırımlardan ve yoldan daha kalabalıktı bisiklet yolları. Toplam gidiş dönüş yaklaşık 15 km tuttu. Normalde çoğu hafta sonu yürüyeceğim mesafeden çok değil. Ama bütün bu bahsettiğim süre içinde spor yaptım ama yürümedim tabii. Bedenim yürümeyi unutmuş desem yeridir. Vay arkadaş, bildiğin iki-üç gün kas ağrısı çektim. Bu da böyle bir anı olarak kalsın madem.
Grace and Frankie izlemeye başladım Netflix'te. Bayıldım! Hikayenin kadınların etrafında dönmesine, bol bol okyanus manzarası görmeye, karakterlerin basit değil kompleks olmasına, kadınların ikisinin de kendi yöntemleriyle güçlü kadınlar olmasına bayıldım. Güzel seçim, kendimi tebrik ederim.
Çok başım ağrıdı dediğim gibi. Bilgisayar başında oturmaktan ve işten de biraz sıkıldım. Ben de önümüzdeki hafta izin aldım. Biraz kendime, hobilerime ve projelerime zaman ayıracağım. Yaptığım resimleri astığım duvar epey dolmaya başladı, hoşuma gidiyor. Bugün epey bahçede oturdum, keyifliydi. Kendime maske diktim, deneme amaçlı da olsa bence başarılı bir model oldu. Bugün de eski bir elbisemi kesip etek diktim. Saçlarımı bir kaç ay önce mora boyamıştım (mor renk aşkım 💖 ben), boyasını yeniledim, nostaljik nane yeşili renkli ojelerimi sürdüm yine. Babaannem, her zamanki bombalığıyla 'canın sıkılıyor tabii değil mi' gibisinden bir şey dedi. Babaannem kadar çekinmeden, lafı yerine oturtan çok az insan tanıyorum. Babaannem kadar uzun süredir yapanını tanımadığım kesindir. Güzeldi babaanne, yine gol, yine gol.
Sabahları baş ağrısıyla uyanmak biraz can sıkıcı. Yani kendime gelmem için bir kaç saat verip öyle başlasaydın ya. Sanırım 'Merhaba migren, eski dostum' diyebileceğim bir durumla karşı karşıyayım. Stres? Elbette var, olmaz mı! Üstüne dün sabah yine kustum. Sanırım kahvaltıda çay içmeyi bırakmalıyım, ya da baş ağrım yeni boyutlar deniyor. Neyse, ağrı kesici falan yanında masamda lavantalı masaj yağı ve viks var. Kafamı her ikisiyle de ovuyorum. Merhaba, yaşlı teyze kokusu! Ne kadar da tanıdık, ne kadar da huzurlu. Kendimi eve kapatmadan önce son aldığım şeylerden biriydi Viks (ya da Almanca adıyla Wick Vaporub, çünkü 'W' ,'V' olarak; 'V' ise 'F' olarak okunuyor Almancada). İyi ki almışım.
Almanca demişken, dün Cem Karaca'nın, Almanya'da sürgündeyken yaptığı Almanca şarkılara denk geldim Youtube'da. Wilkommen (Hoşgeldiniz) isimli şarkısının linki şurada, şarkının sözlerinin Türkçe çevirisi de açıklamalarda. Albümün adı 'Die Kanaken' , yani Kanaklar. Kanak, Almanların yabancıları, özellikle Türkiyeli ve orta doğulu yabancıları tanımlamak için kullandıkları küçümseyici bir söz. Ancak, 'nigga' (zenci) gibi, bu gruplara ait kişiler daha sonra bu söze sahip çıkarak kendileri kullanmaya başlamışlar. Kanak Sprak ise, buradaki Türkiyelilerin, iki dili karıştırarak kullanmasından ortaya çıkan (gayri resmi) lehçe. Özellikle Berlin sokaklarında çok duyarsınız, Neukölln'de, Kreuzberg'de, Wedding'te ve daha bir çok yerinde. Eminim 2015 ve sonrasında gelen Suriyeli mülteciler buraya biraz daha yerleştikçe sosyolojik açıdan Arapçayla da benzer dil karışımları olacak. Benim iş yerimin olduğu caddenin bir kısmında tabelaların çoğu Arapça artık, Türkçe değil (ofis, geleneksel anlamda Türk mahallesi olarak kabul edilen semtlerden birinde yer alıyor). Entegrasyona ve yabancılara bakış açısına dair yazılmış o şarkılar, günümüzde de hala güncel. Neyse, gecenin bu saati için çok ciddi konular bunlar. Bugünlük de bu kadar olsun, kalın sağlıcakla.
Grace and Frankie izlemeye başladım Netflix'te. Bayıldım! Hikayenin kadınların etrafında dönmesine, bol bol okyanus manzarası görmeye, karakterlerin basit değil kompleks olmasına, kadınların ikisinin de kendi yöntemleriyle güçlü kadınlar olmasına bayıldım. Güzel seçim, kendimi tebrik ederim.
Çok başım ağrıdı dediğim gibi. Bilgisayar başında oturmaktan ve işten de biraz sıkıldım. Ben de önümüzdeki hafta izin aldım. Biraz kendime, hobilerime ve projelerime zaman ayıracağım. Yaptığım resimleri astığım duvar epey dolmaya başladı, hoşuma gidiyor. Bugün epey bahçede oturdum, keyifliydi. Kendime maske diktim, deneme amaçlı da olsa bence başarılı bir model oldu. Bugün de eski bir elbisemi kesip etek diktim. Saçlarımı bir kaç ay önce mora boyamıştım (mor renk aşkım 💖 ben), boyasını yeniledim, nostaljik nane yeşili renkli ojelerimi sürdüm yine. Babaannem, her zamanki bombalığıyla 'canın sıkılıyor tabii değil mi' gibisinden bir şey dedi. Babaannem kadar çekinmeden, lafı yerine oturtan çok az insan tanıyorum. Babaannem kadar uzun süredir yapanını tanımadığım kesindir. Güzeldi babaanne, yine gol, yine gol.
Sabahları baş ağrısıyla uyanmak biraz can sıkıcı. Yani kendime gelmem için bir kaç saat verip öyle başlasaydın ya. Sanırım 'Merhaba migren, eski dostum' diyebileceğim bir durumla karşı karşıyayım. Stres? Elbette var, olmaz mı! Üstüne dün sabah yine kustum. Sanırım kahvaltıda çay içmeyi bırakmalıyım, ya da baş ağrım yeni boyutlar deniyor. Neyse, ağrı kesici falan yanında masamda lavantalı masaj yağı ve viks var. Kafamı her ikisiyle de ovuyorum. Merhaba, yaşlı teyze kokusu! Ne kadar da tanıdık, ne kadar da huzurlu. Kendimi eve kapatmadan önce son aldığım şeylerden biriydi Viks (ya da Almanca adıyla Wick Vaporub, çünkü 'W' ,'V' olarak; 'V' ise 'F' olarak okunuyor Almancada). İyi ki almışım.
Almanca demişken, dün Cem Karaca'nın, Almanya'da sürgündeyken yaptığı Almanca şarkılara denk geldim Youtube'da. Wilkommen (Hoşgeldiniz) isimli şarkısının linki şurada, şarkının sözlerinin Türkçe çevirisi de açıklamalarda. Albümün adı 'Die Kanaken' , yani Kanaklar. Kanak, Almanların yabancıları, özellikle Türkiyeli ve orta doğulu yabancıları tanımlamak için kullandıkları küçümseyici bir söz. Ancak, 'nigga' (zenci) gibi, bu gruplara ait kişiler daha sonra bu söze sahip çıkarak kendileri kullanmaya başlamışlar. Kanak Sprak ise, buradaki Türkiyelilerin, iki dili karıştırarak kullanmasından ortaya çıkan (gayri resmi) lehçe. Özellikle Berlin sokaklarında çok duyarsınız, Neukölln'de, Kreuzberg'de, Wedding'te ve daha bir çok yerinde. Eminim 2015 ve sonrasında gelen Suriyeli mülteciler buraya biraz daha yerleştikçe sosyolojik açıdan Arapçayla da benzer dil karışımları olacak. Benim iş yerimin olduğu caddenin bir kısmında tabelaların çoğu Arapça artık, Türkçe değil (ofis, geleneksel anlamda Türk mahallesi olarak kabul edilen semtlerden birinde yer alıyor). Entegrasyona ve yabancılara bakış açısına dair yazılmış o şarkılar, günümüzde de hala güncel. Neyse, gecenin bu saati için çok ciddi konular bunlar. Bugünlük de bu kadar olsun, kalın sağlıcakla.
18 Nisan 2020 Cumartesi
Hayat bazen size limon vermeyi abartiyor olabilir mi? Le Karantina-5
İngilizce'deki hayat sana limon veriyorsa limonata yap sözünü epey düşünür oldum bu günlerde. Şu üye olduğum meyve/ sebze kolisinde her hafta birden fazla limon geliyor. Sonuçta elimdeki limon miktarı yukarıda ve yarın yeni koliler ve dolayısıyla yeni limonlar gelecek. Limonlu tarifler arıyorum a dostlar! Limonata, her zaman güzel bir seçenek tabii, limonlu ice tea de seçenekler arasında. Limonlu tatlı düşündük, var mı güzel ve mümkünse kolay bir tarif?
Bugün benim çalışmama günüm; haftada 4 gün çalışabilmenin keyfini yaşıyorum diyeceğim ama, bu hafta sadece 2 gün çalışmış olduğumu fark ettim. Paskalya ve araya rastgele girdiğim izin günüm sağ olsun.
Bugün (yine) epey çamaşır makinesiyle uğraştık. Özetle evde kalma olayı çıktıktan sonra çamaşırları daha sıcak ve daha uzun programda yıkayayım dedim, makinenin her zaman kullandığımız kısa programından başka program seçtim, çamaşır makinemiz bozuldu, tamirci bulamayız bu kargaşada diye yenisini aldık. bugün musluk bağlantısından su sızdırdığını fark ettik, hortumun emniyet kısmını bozduk, eski makinenin emniyet kısmı olmayan daha basit hortumunu taktık. Sanırım şu anda hala ufak bir sızıntı var. Yıkamadığımız zaman musluğu kapalı tutmak gibi bir çözüm düşünüyoruz şimdilik. Daha fazla elimizde kalmasın. Tam bir alışmadık popoda don durmaz hikayesi oldu bu, o yüzden komik de aslında.
Neyse, ben limonlu tarifler aramaya devam edeyim. En kötü ihtimalle limon reçeli yapmayı deneyebilirim diye düşünüyorum. Of tariflere bakarken acıktım yine.
17 Nisan 2020 Cuma
İşte bunlar hep kolonya! Le Karantina-4
ebay'den bulduğum incir kolonyası geldi ayol sonunda! Mutluyum.
Bugün de böylece geçiverdi. İzinliydim aslında, makale okudum biraz. Akşam yine grubumuzla HIIT sporumuzu yaptık, mutlu olduk falan. Vakit geçirmelik, kafa yormayacak komedi diye başlanıp yalnız ve hüzünlüymüş diye bitirilen filmlerden birini daha izledik Netflix'te (Merak edenler için filmin adı Life of the party).
Ay arada denizi özlediğimden başlayıp bütün dünyayı gezme isteğimle birlikte gezdiğim güzel denizlerin anılardan bahsettiğim bir paragraf yazmıştım ama, o kadar dramaya gerek yok. Hepimiz aynı durumdayız. Ege ve Akdenizli rüyalar efendim. Eylül'e kadar yolculuk durumları normale dönerse ben yine Eylül havasında Güzelçamlı'da yazlık keyfi yolcusu olurum e dostlar, hadi bakalım.
16 Nisan 2020 Perşembe
Daha çok dans; hem de mum ışığında - Le Karantina 3
Merhabalar nasılsınız? Yeğenimin anaokulu yıl sonu gösterisini açarken dediği gibi ' Hoş geldiniz, hoş geldiniz! Ama eli boş geldiniz' demek istiyorum, Fil hafızalı olduğumu ve etrafımdaki hemen herkesin bundan nefret ettiğini söylemiş miydim: Çünkü yukarıda bahsi geçen yeğen, şu sıralar üniversite giriş sınavlarına hazırlanıyor.
Günün renkleri aşağıdaki resimde, bu akşamın şarkısı da Dancing in the moonlight olsun.
Bugün online yoga derslerinden birini denedim Urban Sports Club ile. Güzel bir deneyimdi, zaten epey rahatlatıcı bir ders seçmiştim, nasıl iyi geldi anlatamam. Yalnız yapmadığımı bilmek benim için farklı bir hava kattı bile, ilginç.
Malcolm in the Middle'ı (yeniden) izliyorduk, bugün bitti. Yetişkin olarak izleyince, gençken fark etmediği bir sürü şeyi fark etmeye başlıyor insan.
Bugün daha anlamlı cümleler kurmak için biraz yorgunum sanırım. Ama yarın izinliyim, yaşasın! Evet biliyorum, iznimi böyle rastgele harcamamam lazım ama ne yapayım, arada böyle minik çılgınlıklar da lazım, Hadi görüşürüz!
Günün renkleri aşağıdaki resimde, bu akşamın şarkısı da Dancing in the moonlight olsun.
Bugün online yoga derslerinden birini denedim Urban Sports Club ile. Güzel bir deneyimdi, zaten epey rahatlatıcı bir ders seçmiştim, nasıl iyi geldi anlatamam. Yalnız yapmadığımı bilmek benim için farklı bir hava kattı bile, ilginç.
Malcolm in the Middle'ı (yeniden) izliyorduk, bugün bitti. Yetişkin olarak izleyince, gençken fark etmediği bir sürü şeyi fark etmeye başlıyor insan.
Bugün daha anlamlı cümleler kurmak için biraz yorgunum sanırım. Ama yarın izinliyim, yaşasın! Evet biliyorum, iznimi böyle rastgele harcamamam lazım ama ne yapayım, arada böyle minik çılgınlıklar da lazım, Hadi görüşürüz!
14 Nisan 2020 Salı
O zaman dans! - Le Karantina -2
Evde oturup durmamdan epey memnun birileri var, evet. Mesela Mofu(can Baskan), kucak keyfini doya doya yaşamak niyetinde.
Yine sporumuzu yaptık bugün. Yaşasın HIIT (Yüksek Yoğunluklu İnterval Antrenman) ve bazı hormonlar, nörotransmitterler! O zaman oturduğum yerde dans etme enerjimi hemen sizinle de paylaşıyorum. Gipsy Kings'den Bamboléo dinliyorum şu anda. Şarkının ismini ve söyleyen grubu hatırlamadan, 80'ler / 90'lardan kalma şöyle bir şarkı vardı diye salak saçma söz öbeklerini internetlerde aratmış olabilirim, evet! Eskiden olsa mesela şu şarkıyı dinlediğimden de, salak saçma söz öbekleri arattığımdan da utanırdım ayol! Oysa ne gerek var, değil mi? Anahtar cümle: Kendini bu kadar ciddiye alma ısırganotu! Bunu hatırladığım sürece çok sorun yok.
Yine yoğurt yapıyorum, bakalım bu sefer nasıl olacak? Ayrıca canım tatlı atıştırmalık bir şey istediğinde arada bir mikrodalgada tek porsiyon brownie yapma işine de iyi alıştım, çaktırma. Belki bir ara tarifi de paylaşırım burada.
Videoyla spor yapma işine iyice sardım. Burada Urban Sports Club diye bir uygulama kullanıyoruz. Bu uygulamanın bir üyelik sistemi var ve şirket sağ olsun isteyenlere bu üyelikten indirimli faydalanma imkanı sunuyor. Bu uygulamanın farklı spor salonları, havuzlar, yoga ve dans stüdyoları vb. ile anlaşması var ve üyeler anlaşmalı yerlere ayda belli bir sefere kadar gidip orada spor yapabiliyor. Genelde yoga yapmak ve ara sıra şu anda videoyla spor yaptıran arkadaşımla spor salonuna gitmek için kullanıyorum ben bu uygulamayı. Geçen ay koronavirüs sebebiyle dondurmuştum üyeliğimi ama pek çok dersi online'a çevirmişler, ben de denemek için üyeliğimi tekrar aktive ettim. Bakalım önümüzdeki günlerde denedikçe yazarım.
Arada Koronavirüsün bulaşıcılığını ve olası senaryoları modelleyen ilginç bir makale okudum bugün. Makalenin adı 'Projecting the transmission dynamics of SARS-CoV-2 through the postpandemic period', linki de şöyle:
Özetle, benim anladığım kadarıyla, birden çok sefer, aralıklı karantina uygulayacak devletler, uzun soluklu bir dönemde sağlık sistemlerini çökertmeden herkesin bağışıklık kazanmasını ve/veya aşı ve ilaç çalışmalarının başarıyla tamamlamasını bekleyeceğiz. Bu aralıklı karantina uygulamasının 2022'ye kadar devam edebileceğini öngörüyorlar. Almanya bu ay sonuna doğru kuralları gevşetmeyi ve okulları açmayı gözden geçiriyor şu sıralar. Almanya'nın devlet yönetim sistemi ilginç. Almanya tarihini öğrenene kadar anlamsız gelse de, ne yalan söyleyeyim öğrendikten sonra hayranlık duydum. Özetle, tekrar başa bir diktatör gelme ihtimaline karşı, federal sistem var ve eyaletlerin pek çok konuda özerkliği var. Mesela eğitim konusunda yine diktatörlük vb, amaçlarla beyin yıkama olmasın diye her eyaletin sistemi ayrı ve özerk. Her eyaletin ayrı eğitim bakanlığı var falan. Buna benzer şekilde, her eyaletin içişleri bakanı da ayrı ve hatta yönetmelikler ve kanunlar farklılık gösterebiliyor. Bu konuya daha detaylı girmeden ana konuya geri döneyim, bu sebeple Almanya'nın farklı eyaletlerinde farklı sıkılıkta uygulamalar var şu anda ve okula dönüş konusunda da farklı kararlar çıkabilir.
Neyse, okuduklarımdan, yaptıklarımdan daha bahsedecek günler var önümüzde. Hadi sağlıcakla kalalım hep beraber.
13 Nisan 2020 Pazartesi
Le Karantina
Evde
otururken canımın sıkılmamasını geçtim, normalden daha çok eğleniyorum
bile. Sanırsın hayatım boyunca bu anı beklemişim gibi. Kafamın içindeki
ses, ' hahayy, sen ki yıllardır depresyonla ve anksiyeteyle boğuşmuşsun,
bu da ne ki! Hazırlıklısın. Üstelik bu sefer herkes aynı durumda, şimdi
onlar düşünsün.' diyor ara sıra; ya bi git iç ses, mal olma diyorum ben
de. Böyle yuvarlanıp gidiyoruz. Canım terapistim, iyi ki bir yıldır
kafamın içindeki iç sesle baş etmeyi bu kadar güzel provalıyoruz.
Şaka bir yana iyiyim ben. Aşağıda görüldüğü üzere ilkokul 3 seviyesindeki becerilerimle yeniden resim yapmaya başladım. İnanmazsın, ilkokul 3 seviyesinde olup olmamayı bile pek umursamıyorum artık, Marie Kondo prensiplerini fiziksel eşyalardan çıkarıp hayatımın diğer alanlarına da uygulamaya başladım. Bu bana keyif veriyor mu? Cevabın bu kadar basit olması çok yardımcı oluyor.
Glutensiz ekmeğimin mayasını tutturmayı becerdim sonunda. Daha ne olsun! Hamurişi pişirmeyi becermek ne kadar da zen, ne kadar da farkındalık ve sabır isteyen bir şeymiş onu (büyük ihtimalle bilmemkaçıncı kez) keşfettim. Tarife son adımına kadar uyabilecek sabır ve sakinlik, üstüne kimyanın işe koyulması için gereken süreyi tanıyacak kadar sabırlı olurken diğer yandan kontrol etme ihtiyacını bastırabilmek, ya da farkındalık sayesinde o kontrol manyaklığını bile unutuvermek! İşte alın size 'sihir'. Altı üstü bir ekmek yapmışsın, bu kadar felsefe niye diyorsan ey okur. belli ki beni pek tanıyamamışsın. Dışarıdan yeterince ilginç girdi olmayınca içeriden üretmeye başlıyor bu kafa. Kitaplar, filmler, yeni şeyler öğrenmeler de bir yere kadar...
Yapılacak daha o kadar çok şey var ki kafamda, bir süre daha sıkılmam gibi. Bahçeyi yaza hazırlamak var mesela. Ayrıca sonunda dikiş makinesi aldım, kafamda projeler var. Bir sürü kitap var okunacak / dinlenecek. Hobi olarak üstünde çalıştığım araştırma projem var. Dışarı çıkmak istesem bisiklet var. Birlikte spor yaptığım bir grup, yoga yaptığım bir başka grup var. Haftalık organik meyve-sebze kolisi gönderen bir servise üye oldum, yemek pişirmek için bahanem var. Yoğurt yapmaya başladım. Kediler var, konu mankeni olarak günüme eğlence katan. Gerekli malzemeleri alıp bir kenara koyup yapmaya bir türlü başlayamadığım hobiler var sonra, ki o liste epey uzun olabilir, çaktırma!
Ama yolculuk yapmayı ve doğada olmayı, yürüyüşe çıkmayı özledim. Kafamda öncelikler netlik kazanmaya başlıyor bu süreçte. Bakalım her şey bitince karşılaşacağımız yeni bizleri sevecek miyiz?
Şaka bir yana iyiyim ben. Aşağıda görüldüğü üzere ilkokul 3 seviyesindeki becerilerimle yeniden resim yapmaya başladım. İnanmazsın, ilkokul 3 seviyesinde olup olmamayı bile pek umursamıyorum artık, Marie Kondo prensiplerini fiziksel eşyalardan çıkarıp hayatımın diğer alanlarına da uygulamaya başladım. Bu bana keyif veriyor mu? Cevabın bu kadar basit olması çok yardımcı oluyor.
Glutensiz ekmeğimin mayasını tutturmayı becerdim sonunda. Daha ne olsun! Hamurişi pişirmeyi becermek ne kadar da zen, ne kadar da farkındalık ve sabır isteyen bir şeymiş onu (büyük ihtimalle bilmemkaçıncı kez) keşfettim. Tarife son adımına kadar uyabilecek sabır ve sakinlik, üstüne kimyanın işe koyulması için gereken süreyi tanıyacak kadar sabırlı olurken diğer yandan kontrol etme ihtiyacını bastırabilmek, ya da farkındalık sayesinde o kontrol manyaklığını bile unutuvermek! İşte alın size 'sihir'. Altı üstü bir ekmek yapmışsın, bu kadar felsefe niye diyorsan ey okur. belli ki beni pek tanıyamamışsın. Dışarıdan yeterince ilginç girdi olmayınca içeriden üretmeye başlıyor bu kafa. Kitaplar, filmler, yeni şeyler öğrenmeler de bir yere kadar...
Yapılacak daha o kadar çok şey var ki kafamda, bir süre daha sıkılmam gibi. Bahçeyi yaza hazırlamak var mesela. Ayrıca sonunda dikiş makinesi aldım, kafamda projeler var. Bir sürü kitap var okunacak / dinlenecek. Hobi olarak üstünde çalıştığım araştırma projem var. Dışarı çıkmak istesem bisiklet var. Birlikte spor yaptığım bir grup, yoga yaptığım bir başka grup var. Haftalık organik meyve-sebze kolisi gönderen bir servise üye oldum, yemek pişirmek için bahanem var. Yoğurt yapmaya başladım. Kediler var, konu mankeni olarak günüme eğlence katan. Gerekli malzemeleri alıp bir kenara koyup yapmaya bir türlü başlayamadığım hobiler var sonra, ki o liste epey uzun olabilir, çaktırma!
Ama yolculuk yapmayı ve doğada olmayı, yürüyüşe çıkmayı özledim. Kafamda öncelikler netlik kazanmaya başlıyor bu süreçte. Bakalım her şey bitince karşılaşacağımız yeni bizleri sevecek miyiz?
Le Resim |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)