Bu bir mailden corulmustur:
dün gezmeye gittim, seni de andım bol bol. Bir de sana kartpostal aldım gittiğim yerden:)
gezmeye gittiğim yerin adı Heidelberg. Çok güzel, tarihi, turistik bir üniversite şehri. Oraya kadar gitmişken Mannheim diye başka bir Alman şehrini de ziyaret ettim ama orası bok gibi, hiç sevmedim.
Fotoğraf makinemi evde unutmuşum ama telefonla çektim bol bol. Adam gibi fotoğrafları facebook a koyar, bu kısa gezim hakkında belki bir blog yazarım :)
Rastgele birileriyle gezmek benim için sinir bozucu olabildiğinden yalnız gittim. Kaleye tırmanırken yanımda olmanı diledim, bir de üniversite kütüphanesini gördüğümde. Ben böyle heybetli kütüphane görmedim arkadaş, wikipediadaki Heidelberg sayfasında resmi var, ben de çektim ama, binayı gerçekten görmen gerek bence.
Özetle diyeceğim o ki, Heidelberg'de yaşanır misal. Amerikan üssü var o nedenle yaklaşık 30 bin Amerikalı yaşıyor, hem bu sebepten hem de çok turist geldiğinden paşa paşa her şeyin İngilizcesini de yazmışlar, İngilizce konuşurken özür dilemek zorunda değilsin, herkes seninle İngilizce konuşuyor. Hatta haritaya baktığımı gören Alman bir amca yardım ister misin diye yanıma geldi, adamın Alman olduğuna inanamadım, Biyoloji, Fizik ve Kimya okumuş. Acayip takdir ettim. O da benim Türk olduğuma şaşırdı, Mannheim'daki Türkleri görünce sebebini anlamakta pek gecikmedim.
Bir de tren yolculuğu güzel şey. Burada günlük eyalet bileti var, o bileti alıp bir gün boyunca istediğin araca sınırsız binebiliyorsun eyalet içinde. İlk kez onu yaptım işte, aslında 5 kişiye kadar geçerli bilet ve ne kadar kalabalıksan o kadar ekonomik oluyor ama işte dediğim gibi, saçma sapan trip çekmek istemedim.
Neyse bu biletler ekspres ya da hızlı trenlerde geçmiyor, o yüzden yolculuk uzun sürüyor ama olsun, yolculuk da güzel bir his. Mutlu oldum resmen :)
Trende dönerken karşıma Fransız turist bir amca oturdu. Tahminimce 50 yaşlarında. Ama adamın saçlar ve favoriler Elvis, üzerinde kot, gömlek ve spor bir yelek vardı, kollarında dövmeler, ayağında spor ayakkabıları, boynuna astığı küçük çantasında pasaportu ve seyahat belgeleri, yeleğin cebinde Almanca olduğunu tahmin ettiğim küçük sarı cep sözlüklerinden :) Kitap okuyordu, bir şey demedim. Adamla 1 saat karşılıklı oturduysak, kaçamak bakışlarla birbirimizi süzdük, ben onun söze girmesini bekledim çünkü Fransızlar genelde İngilizce bilmiyor, o da benimle nece konuşması gerektiğini çözememiş olabilir, salak salak heyecanla camdan dışarı bakıyordum, bu heyecanımı sevdi, o da bakmaya başladı. Sonra sıkıldı, müzik dinlemeye başladı kulaklıkla. Sanırım Fransızca funk- rock gibi bir müzik dinliyordu. Eşlik etmeye başladı, şarkıyı mırıldanıyor, ritim tutuyor, kendi kendine neredeyse dans ediyordu. Trende koridorun diğer tarafında ise orta yaşı geçmiş, yaşlı sayılabilecek ve tipinden anlaşıldığı kadarıyla tipik- yöresel tutucu bir Alman teyze oturuyordu. Adam sağa sola dönerek şarkı mırıldandıkça kadın dehşete düştü, her seferinde tekrar dehşete düştü, ben adama gülümsüyorum, kadın ikimize bakarak dehşete düşüyor. Resmen kahkahayı basmamak için dudaklarımı kemirdim. Zavallı teyze hayatında ilk kez böyle bir yaşam enerjisi görmüş olsa gerek. Amcayı çok sevdim, inerken bana Almanca hoşçakal dedi :) Yaşam enerjisini sevdim adamın, çok tatlı bir de sırt çantası vardı. Tam gezgin yani.
Öyle işte. Hadi gel buralara, gezelim :)
2 yorum:
ulan istanbul, sen mi büyüksün ben mi, gidicem ulan, görürsün!:(
Heidelberg, Istanbul, gitmek, Almanya? Mavi ekran verdim ben :D Ama gel tabii
Yorum Gönder