Geçen haftasonu H. ile müze gezmece oynamaya başladık.İstanbul Arkeoloji Müzesi, Ayasofya, Çini Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi gezdiğimiz yerler. Sonra Beyoğlu sokaklarında kaybolmaca/ gezmece oynadık. Sonunda eve gelip Closer izledik. Tüm gün ilişkiler üstüne muhabbet ettikten sonra iyi gitti. Modern zamanda yalnızlaşan insanın beceremediği, kabızlaştırdığı ilişkilerini ne de güzel anlatır Closer. Birbirlerinin canını acıtmak için yalanlar söylemeleri, gerçeklere inanmamaları ama canlarını acıtacak yalanlara inanmayı tercih etmeleri falan. Yarın müze gezmece oyunumuza devam edeceğiz, gezeceğimiz yerler az çok belli ama, ben yine de gezdikten sonra anlatmak istiyorum. Fotoğraf da çekmiştim ama üşenip bilgisayara atmadım henüz, kedili Ayasofya fotolarımı paylaşırım belki bir ara.
Ezginin Günlüğü dinliyorum. Labdayım, kod yazıp çalıştırdım, onu beklerken de internette dolaştım önce, sonra da uzun zamandır yazmadığımı farkettim.
"Hiç yaşamamışız gibi olacak sonunda,
ben kendi yoluma gideceğim, güneş kendi yoluna"
İnsanın hiçliğini ne de güzel anlatır şu sözler.
Bok bir ortam olmak yolunda hızla ilerleyen labda tabii ki yalnız(d)ım. Artık kendimi neredeyse tamamen izole etmiş durumdayım. Tek istediğim biraz olgunluk çok mu zor? Oysa konuşabilecek bu kadar çok konu varken, bu kabız muhabbetler de niye?
"Dünya inan ki bildiğin gibi değil çocuk,
Bir dümensiz sandal, belki oyuncak bir kayık.
Leyla sensin, sevdiğin hayal değil çocuk,
Eski bir sevdadır akıntıya karşı yolculuk"
Diyor Ezgi'nin Günlüğü şu anda dinlediğim şarkısında.
Yalnızlığa duyduğum ama kendime itiraf edemediğim korkumu yendim sanırım, eve gidip kafamı dinlemek en büyük zevkim. Ton balıklı rus salatalı ekmek arası sandviç, gazoz/kola, biraz NFS, biraz internet, biraz kedi sevmece, biraz film, biraz kitap....Arada sahilde yürüyüş...
Emirgana inerken arada sevdiğim bir kedi var, adı Pascal imiş. Onu besleyen kadınla tanıştım.
Kendi bencilliğimde yitip gitmek değil de, insanların yaşamlarını gözlemlemek benim istediğim sanırım.
Oğuz Atay-Korkuyu beklerken'i okuyorum bu aralar. Beyaz Mantolu Adam ve Unutulan bitti, şimdi Korkuyu Beklerken adlı hikayeyi okuyorum. Oğuz Atay'ın sıradan insanın sıradan hallerine dair tespitlerini seviyorum en çok.Misal, bu hikayede, "sürüncemede kalan hiçbir şeyin sonu iyi olmaz" gibi bir laf ediyor kahramanımız(tam cümleyi hatırlamıyorum, kitap da yanımda değil, unutmazsam bakıp yazacağım eve döndüğümde). Bir yandan Beckett tarzı, bir yandan Dostoyevski. Beckett'ın Murphy'sini hatırlattı bana. sadelik olarak da Dostoyevski'nin Kumarbaz'ını. Kumarbaz da öyledir ya, kimi insana çok baştan savma görünür. Evet, kısa sürede bitirmiştir onu Dostoyevski, doğrudur ama insanın iradesizliğini, bağımlılığın nasıl bir şey olduğunu falan çok iyi anlatır bence kısacık cümlelerle.
Dün Wedding Crashers diye bir film izledim. Buraya yazmaya bile gerek yok aslında, yaz tadında çok vakitte izlemelik bir romantik komedi. Müzikleri iyiydi bence.
3 yorum:
kodlamadan söz edilen bir yazıda kedinin adının da pascal olması ilginç bir detay. blaise pascal'ın tanrı inancının biraz pazarlıklı oluşuyla kedilerin insanlarla ilişkilerindeki pragmatizm de öyle tabi.
okuduğun kitaplardan senin için önemli veya hoşuna giden bölümleri de alıntılayıp paylaşırsan çok sevinirim.
@piktobet:nedense hiç programlama dili olan pascal'ı düşünmemiştim ben:) Belki kedi çok şirin bir şey olduğundandır.
@çayan:tembellik etmezsem bundan sonra paylaşmaya çalışacağım, söz :)
Yorum Gönder