14 Aralık 2006 Perşembe

adsız

Yürüyordu. Yürürken gözünü kamaştıran güneşin getirdiği yanılsamalar gibi zamanın da ona gerçeklik hakkında ne gibi yanılsamalar getirmiş olabileceğini düşünüyordu. O gerçek miydi, yoksa artık düşler yaşama mı dökülmüştü bilmiyor ve açıkçası anlayamıyordu. Zamanın akmazlığı konusunda kimseyi ikna edememiş olsa da, anların kristalize sıçramalardan oluştuğundan öylesine emindi ki... Yok, artık hiçbir şeyden emin değildi. Aslında şu anda nereye gittiğinden, hatta nereye gitmek istediğinden bile emin değildi. Yürüyordu, ve gözlerini çevreleyen yanılsamaların onu nereye götüreceğini merak etmeye başladığında izlediklerini eş zamanlı olarak yaşadığını düşündü farkına varmaksızın. Düşünceleri bir paralel tesadüfler yığınıydı; birbiriyle bağlantılı ama sırasız.
Zamanı, gerçekçiliği ve yanılsamaları birleştirmek rüyaları getirdi. Rüyalarını düşünürken aykırı düşlerinde yatan ramizleri kimsenin bilemeyeceğini, bilse de anlayamayacağını düşünmek onu hem rahatlattı, hem de kendini binlerce parçalar halinde yalıtılmış ve yalnız hissetmesine sebep oldu.
Rüyalarının sonsuzluğa doğru, sonsuz küçüklükte parçalara bölünerek büyümesi fikri aklına geldi ve bu fikri çok beğendi. Evet; insan beyninde tüm evrenin varolması gibi, tüm evrende inssan beyninin parçaları olan düşüncelerin saçıldığını hissetmek! İşte zaman ve yanılsamalara karşı çözümü buydu...